1984 NEDEN ÇOK OKUNUYOR

(Bu yazı 17 Temmuz 2019’da mürekkephaber.com’da yayımlanmıştır)

George Orwell’in 1984 romanı Türkiye’de (Mayıs 2019 itibarıyla) 66 baskı yaptı. Önümüzdeki günlerde 67’inci baskısını yapmaya hazırlanan kitabın farklı versiyonlarıyla (özel ciltli, cep kitabı ve e-kitap) ülkemizde yüzbinlerce okura ulaştığını söylememiz yanlış olmaz.

Üstelik bu rakam sadece CAN Yayınları’nın ulaştığı baskı sayısını anlatıyor. Romanın Türkiye’deki ilk baskılarından bu yana ulaştığı okur sayısını kuşkusuz hesap etmemiz mümkün değil. Sahaf sitelerini ziyaret ettiğimizde 1984’ün 1958 yılındaki baskısını yapan Doğan Kardeş Yayınları’nın (V.Turhan, S.Tonguç çevirisiyle) 300 liraya satıldığını öğreniyoruz.   

Romanın dünyadaki  rakamları daha büyük.

Kitabın 1948’deki yazımından sonra yapılmış ilk baskıları Londra’da 9 bin pounda alıcı buluyor. Normal kitap boyunun yanı sıra, kindle versiyonu, e-kitap yayını, özel ciltli ve kapaklı çeşitleri ve ilk baskısını taklit eden tıpkıbasımları da var. Tüm bunları topladığınızda Orwell’in 1984 romanının tüm dünyada ulaştığı satış rakamının (veya okunma sayısının) milyonlara vardığını söyleyebiliriz.

Peki neden ? Orwell’in 1984’ü neden bu kadar çok okunuyor ?

İngiltere, Edinburgh’tan bir okur şöyle yazmış: “Orwell’in hükümetlerin rolünü ve insanlar üzerindeki kontrolünü nasıl sağladığını distopik bir kurguyla ama aslında günümüzü tarif ederek anlattığını düşünüyorum. Bu roman, bireylerin kendi hükümetlerine bakma şeklini değiştirdi. Kitabı bu kadar güçlü ve klasik yapan şey bence budur.”

Bir Türk okuru ise şunları yazmış e-kitap versiyonunun altına: “Diktatörlüğü ve iktidarın kendi çıkarları için yapabileceklerini en iyi anlatan kitaptır sanırım. George Orwell, bu kitabında ütopik bir dünya kurmuş gibi görünse de bana göre büyük öngörü sahibiymiş. Okurken sürekli olarak bu dönemle kıyasladım kitabı.”

Orwell bu romanı yazdığı yıllarda başka dünyaları izlememizi sağlayan teknolojik aygıtların büyük çoğunluğu yoktu. İnternet hayal bile edilemez uzaklıktaydı. Yani roman, yazıldığı yıllarda rahatlıkla distopik olarak nitelendirilebilirdi. Ama yıllar geçtikçe ve dünya değiştikçe Orwell’in romanı klasik bir distopya olmaktan çıktı. Çünkü yazılanlar gerçeğe dönüşmeye başladı. Bugün artık 1984’ün soluduğumuz dünyayı, yaşadığımız siyaseti ve seçtiğimiz hükümetleri anlattığını söyleyebiliriz. Nitekim ABD seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasından sonra 1984’ün ABD satışları ikiye katlanmış. Aynı durum Putin Rusyası için de geçerli.

Orwell’in romanında vatandaşlar, devlete egemen olan parti tarafından sürekli izlenir. Her yerde hem yayın yapan, hem de bulundukları yerdeki ses ve görüntüleri merkeze taşıyan gözler vardır. “Büyük Birader” bu yönetimin başıdır. Günümüzde bu ‘Büyük Birader’ler kimdir, tahmin etmek zor değil.

Romanda insanların düşünceleri sadece partinin istediği biçimde yönlendirilir. Devlet tarafından kurulan “Düşünce Polisi” egemen görüşün dışına çıkanları izler, fişler ve yakalar. Kurulan düzenin sloganları basit ama nettir:  “Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cahillik güçtür.”

Sadece bu sloganlar bile kitabın otoriter yönetimler altında bulunan ülkelerde neden daha fazla sattığını açıklıyor gibi.

Orwell’in ölümsüz satırlarını Türkçe’ye yeniden kazandıran çevirmen-yazar Celal Üster’e kulak verelim:

“1984’ün yalnız bizde değil, bütün dünyada çok okunmasının nedeni, her şeyden önce, George Orwell’in geleceğe yönelik bir totaliter toplum yergisini derinlikli bir romanın sayfalarında güçlü bir edebiyatçı sezgisiyle bütünleştirebilmiş olmasıdır. 1984, Jonathan Swift’in Gulliver’ın Gezileri’nden Jack London’ın Demir Ökçe’sine, Yevgeni Zamyatin’in Biz’inden Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sına uzanan karşı-ütopyaların toplumsal yergi geleneğinin bir parçasıdır. Ama bu romanın bir başka önemli sırrı da, okurların, hangi dönemde ve dünyanın neresinde okuyor olurlarsa olsunlar, 1984’te içinde yaşadıkları toplumsal ortamdan izler, örnekler, yansımalar bulabilmeleridir; başka bir deyişle, günümüzde politik tanımı ‘demokrasi’ olan bir toplumda yaşıyor da olsalar, romanın kahramanı Winston Smith’te, Julia’da kendilerini, onların yaşadıklarında kendi yaşadıklarını görebilmeleridir.” 

Yukarıya alıntıladığım okur yorumları Üster’in söylediklerini tamamen doğruluyor. Temsili demokrasinin yaşadığı krizi düşündüğümüzde sıradan insanların günlük hayatlarında hissettiği otoriter tavırların da 1984’ü artık distopik olmaktan çıkardığını söyletiyor bize. Üster, şöyle devam ediyor:

“Orwell’in 1984’ü 1948 yılında tamamladığında 1984 yılı geleceği simgeliyordu. 1984 yılını çoktan geride bıraktık, 2019 yılına geldik, ama romanda betimlenen, belleğin, düşüncenin, dilin, hatta aşkın iğdiş edildiği, özgürlüklerin yok edildiği toplumun, günümüzün pek çok toplumunda şu ya da bu özellikleriyle sürdüğünü gözlemliyoruz. Gelecek geldi, ama gerçek anlamda demokrasi bir türlü gelmedi. Demokrasi, yalnızca insanların seçimlerde oy kullanmalarından, seçimler sonucunda parti ya da partilerin iktidara gelmesinden oluşmuyor. Bir iktidar, seçimle de gelmiş olsa, eleştirinin tüm kapılarını kapatıyorsa o ülkede gerçek bir demokrasiden söz etmek olanaksızlaşır. Günümüz dünyasında olağanüstü teknolojik gelişmeye karşın ne yazık ki otoriter eğilimler özgürlükçü düşünceye baskın çıkıyor. İktidarlar gerçekliği kendi denetimleri altında tutmaya çalışıyor. Bütün bunlar özgür bireylerin boy atıp gelişmesini engelliyor. Orwell’in 1984 distopyasında, gelecekte oluşabilecek totaliter bir otomatlar toplumunun karanlık dolambaçlarında dolaşırken, bir yandan da içinde yaşadığımız günümüz toplumlarının, gerçek dünyanın görünen/görünmeyen, belli/belirsiz, açık/örtük izleriyle gizlerinin ayırdına varıyoruz. Edebiyatın işlevi kadar gücü de buradadır.”

Celal Üster’in dediği gibi edebiyatın gücü tam da burada kendini gösteriyor. Orwell gibi yazarlar bize asıl gerçekliğin kurguda olduğunu, yazarların sonsuz hayal güçleriyle yarattıkları dünyanın hem bugünün hem geleceğin gerçeği olduğunu cümle aleme gösteriyor. Hem de tüm açıklığıyla.

Celal Üster 1984’ü ilk kez Mamak Askeri Cezaevi’nde okumuştu. Bugün de Silivri Cezaevi’nin en çok okunan kitabı.

Türkiye’de aydınların kaderi ne yazık ki hiç değişmiyor.

Bu gidişle 1984 daha çok okunacak gibi görünüyor.