ACI LOKMA TÜRKİYE

(Bu yazı 8 Mart 2023 tarihinde edebiyathaber.net sitesinde yayımlanmıştır)

Fahri Erdinç ihmal edilmeyi hak etmeyen bir yazar.  

Sabahattin Ali ile ilgili okuduğum bir makale beni ona götürdü. Merak ettikçe gördüm ki Erdinç edebiyatımız için başta öykü olmak üzere pek çok alanda önemli eserler vermiş iyi bir yazar. Kendisini ve ailesini anlattığı Acı Lokma  romanı, kurgusu ve diliyle yazınımızın en önemli romanları arasında sayılabilir. [1]

Acı Lokma, Erdinç’in Akhisar’da başlayan hayatını yurtdışına kaçtığı dönemin başına dek anlatıyor. Okurken onun güçlüklerle dolu çocukluğunu ve 40’lı yılların Türkiyesi’nin siyasi atmosferini öğrenmekle kalmıyoruz, Akhisar’ın doğasını, toprağını, toprağında yetişen ürünlerin lezzetini de okuyoruz. Her edebiyatçı gibi Erdinç yazdıklarıyla tarihe tanıklık ediyor ve o yıllarda Türkiye’nin sosyo-ekonomik koşullarını araştıran herkese kılavuzluk yapıyor.

Acı Lokma’yı okurken Türkiye’de devletin yazarlarına, aydınlarına yaptığı acımasızlığı düşünmeden edemiyorsunuz. Sırf farklı düşündüğü için eli kalem tutan herkesi dışlayan zihniyetin hala değişmediğini görüp üzülüyorsunuz. Fahri Erdinç komünist dünya görüşüne sahip olduğu için dışlanan o aydınlardan biri. Bu yüzdendir ki kendi vatanında kendisine bir gelecek göremeyip ustası Sabahattin Ali’nin yapmayı düşünüp başaramadığını iki arkadaşıyla birlikte yapmak istiyor ve Bulgaristan’a kaçıyor. Yeri gelmişken söyleyelim, Sabahattin Ali Fahri Erdinç’in hayatında önemli bir yere sahip. İki yazar Ankara Devlet Tiyatrosu’nda tanışıyor ve o günden sonra sürekli görüşüyorlar. Onu öykücülüğü teşvik eden ve öykülerini ilk okuyan kişi de Sabahattin Ali oluyor. Ali’nin 1948 yılında Bulgar sınırında öldürülmesinden sonra Fahri Erdinç ülkesine olan inancını yitiriyor. Korkuyla yaşanamayacağının ayırdına varıyor. Babasına bile haber vermeden Türkiye’yi terketmeye karar veriyor. Vatanı terketmenin hainlik olduğunu düşünen çevrelere yanıt niteliği taşıyan bir diyaloğa tanık oluruz romanın başlarında. Üç kafadar kaçmak için geldikleri hudut boyunda vatan kavramını tartışırlar. “Kimseye kötülük yapmadıklarını, vatana hıyanet içinde olmadıklarını” söylerler. Birisi itiraz eder:  “Ama vatandan kaçıyoruz” Yanıt şöyledir: “Biz onların vatanından kaçıyoruz. Özgürce soluyamadığımız, emeğimizle doyamadığımız, yönetimine katılamadığımız vatandan.”

Fahri Erdinç ve arkadaşları devletin resmi ideolojisinden farklı düşündükleri için korku içindedir, özgürce nefes alamazlar ve yönetime katılamazlar. Bu durum Türkiye tarihinde aydınların içinde bulunduğu durumun bir özeti gibidir. Yıllar boyunca binlerce zeki insan, yaratıcı fikirlere sahip onlarca düşünür, kalem erbabı, sanatçı ve şair Türkiye’nin acı lokmasını yemek zorunda kalmadı mı ? Bu ülkeden kaçmaya zorlanmadı mı ?

Erdinç’in Acı Lokma rolanının devamı olan Kardeş Evi onun Bulgaristan’daki hayatını anlatıyor. [2]

Türkiye’de kuşkuyla bakılan üç aydın bu kez sınırın öte yakasında kuşkulu bakışların hedefidir. Sosyalist bir ülkeye geçmişlerdir ve artık eski alışkanlıklarından kurtulmaları gerekmektedir. Türkiye’den gecikmeli gelen haberlere bakılırsa yurtdışına kaçtıkları için vatandaşlıktan atılmışlardır. Fahri Erdinç kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışır. Çeşitli işler yapar. Bulgarcasını ilerletir. Yordanka adında bir dulla evlenir ve zamanla ona daha çok aşık olur. Aşk hayatı iyi giderken arkadaşlarıyla olan ilişkisi kötüleşir. Sosyalistlerin birbirini yeme alışkanlığı Bulgaristan’da da depreşmiştir ve beraber kaçtığı iki arkadaşıyla küsüşür. Öyle ki iki yoldaşı Fahri Erdinç’in nikahına bile gelmez. Gurbetteki bu hırlaşma bir dizi etkinliğe katılmak için Sofya’ya gelen Nazım Hikmet’in de malumudur. Moskova’ya dönerken Erdinç’e şunu öğütler: “Birbirinizi az yiyin.”

Fahri Erdinç Bulgaristan’da yaşadığı sürgün hayatını yerleşik bir düzene çevirdi ve 1965’te Bulgaristan vatandaşı oldu. 1973’te Bulgaristan Yazarlar Birliği’ne üye olarak kabul edildi.  Babasının ölüm haberini Bulgaristan’da alması ve cenazesinde bulunamayışı onu derinden üzdü ve sarstı. Şöyle yazar:

“Demek köy hocalığında kurtuluş çetelerine yardım ederken ak sarığı kana bulanan gavur imam, dünya güzeli anamı kilit attığında tutarak verem ettiği söylenen babam, altı çocuğunun en büyüğünü yirmisinde kendi elleriyle gömen mutsuz adam, şehrimizin eşeklerini bile okutan öğretmen, geçim zoruyla yazları ağa bağlarında üzüm bandırırken, güzleri zeytin başağına çıkarken kamburu büyüyen yoksulum, ekmek kavgamızı yürüten kahramanların en büyüğü, suyundan geldiğim, dayağını ve ekmeğini yediğim, haber vermeden memleketi terkederek eli böğründe koduğum Halil Yaşar efendi adımı bağıra bağıra ölmüştü.”

Erdinç’in yazdığı kitaplar 1969’a dek Türkiye’de yayınlanamadı. Edebiyat dergileri yavaş yavaş onun şiir ve öykülerini basarak adını duyurmaya başladığında 70’li yıllar gelmişti. Bulgarca baskısı 1961 yılında yapılan Acı Lokma’nın Türkçesi 1977’de Güney Yayınları tarafından yayımlandı ve ilgiyle karşılandı. Günümüzde Erdinç’in tüm kitaplarını Yordam Kitap yayınlıyor.

Fahri Erdinç’i daha çok okumamız, benim gibi onu geç tanıyıp ayıp edenlere öğretmemiz gerekiyor. Onun kıvrak ve akıcı Türkçesi edebiyatımız için değerlidir. Erdinç 2017’de düzenlenen Çukurova Kitap Fuarı’nda doğumunun yüzüncü yılı vesilesiyle anılmıştı. Hemşehrisi olan Akhisarlılar onu unutmamalıdır. Akhisar’da kurulan ünlü köfteci Ramiz bir süre önce onun adını mönüsüne yazarak onun adını yaşatmaya çalışmıştı. Ama Akhisar’da Fahri Erdinç’in adını taşıyan bir sokak, bir cadde veya bir okul yok.

Buradan çağrımız olsun Akhisar’a. Şehrinizi bu kadar güzel anlatan bir yazara vefanızı gösterin ve onun adını hem kitaplarını okuyarak, hem de öğretmen olan babasının veya kendisinin ismini bir okula vererek yaşatın.


[1] Fahri Erdinç “Acı Lokma” Yordam Yayınları. 1.Baskı. 2006

[2] Fahri Erdinç “Kardeş Evi” Yordam Yayınları. 1.Baskı. 2007