AZİZLERİN YURDU ANADOLU

(Bu yazı 3 Haziran 2022 tarihinde mürekkephaber’de yayımlanmıştır)

Aziz Paulus tarafından Anadolu topraklarında kurulan Hıristiyanlığın ilk kiliselerinden biri Manisa’nın Akhisar ilçesindedir. Eski adı Thyateria olan kent aslında bir hac mekanıdır.

Mersin Taşucu’nda bulunan Thecia yer altı kilisesi Hıristiyanlığın ilk ibadet yerlerinden biridir. Kapadokya’da olduğu gibi gizlenmek için doğal alanların gizli geçitleri kullanılmıştır. Burası da bir hac mekanıdır.

Efes’teki Meryem Ana Şapeli de bir hac mekanıdır. Papa 6.Paul burayı 1967’de ziyaret etmiştir.

Aziz Paulus’un dini yaymak için gemiye bindiği kent olan  Alexandreas Troas kenti Çanakkale’dedir.  Paulus’un gemiye bindiği liman zamanla toprakla dolarak kentten uzaklaşmıştır. Günümüzde Dalyan köyünün hemen yanında bulunan kent yeni bir Roma kenti olarak düşünülmüştü. Ama bugünkü İstanbul yani Constantinopolis sahip olduğu eşsiz coğrafyayla mücadeleden galip ayrıldı.  

Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesi Türkiye topraklarındadır ki bu bir din, bir kültür ve bir turizm destinasyonu  için büyük bir nimettir.  Bizim topraklarımız geçmişte başkalarının toprağıydı. Biz kadim uygarlıkların  devamıyız.  Onların hemşehrisiyiz.

Anadolu’daki tüm bu uygarlıklara karşı bizim ilgimiz nedir ? Sanırım geçmişteki örnekler ve günümüzdeki yansımaları pek iyi değil.

Dünyanın en önemli arkeolojik sit alanlarından birisi olan Troya kentini keşfeden biz değiliz, Alman Schileman’dır.

Göbeklitepe’yi bulan başka bir Alman Claus Schimidt’tir.

Afrodisias antik kenti Ara Güler tarafından tesadüfen keşfedilmiştir.  Ara Güler’in çektiği resimler TIME Dergisi tarafından yayınlanınca yabancı bilim adamlarının ilgisini çekmiş ve Türkiye ancak bunun üzerine harekete geçmiştir.

Batı Anadolu’yu gezen Fransız gezgin Charles Texier ve Bodrum Halikarnas’ta incelemeler yapan İngiliz kaşif Charles Newton olmasaydı Apollon Tapınağı’nın Anadolu’daki izini bulalmayacaktık. Onların araştırmalarını takip eden Alman Theodor Wiegand 1904’ten itibaren Didim’deki tapınağı ayağa kaldırmıştır.  

Başkaları tarafından keşfedilenler yalnızca antik kentlerden ibaret değil.

Piri Reis’in kayıp haritasını Topkapı Sarayı’nda bulan bir Almandır.

Orhun Anıtları’nı 1893’te okuyabilen ilk kişi Danimarkalı bilim adamı Thomsen’dir.

Örnekler çoğaltılabilir. Buradan anladığımız şudur: Tarih bilincine sahip olmak ancak güçlü bir okuma ve araştırma kültürüyle mümkündür. Bu bilince sahip toplumlar iyi ve sağlam bir geleceğe sahip olurlar.

Azra Erhat Mavi Yolculuk kitabında şunu şöyler:

“Batı uygarlığının kaynağı Anadolu’dadır, en değerli kalıntıları bizdedir. Bu gerçeği dünyaya yaymak, kafalara yerleştirmek için gösterdiğimiz çaba yetersizdir. Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım.”

Uygarlıktan akla gelen tek şey yıkıp yenisini yapmak olan bu topraklarda bir inşaat çılgınlığıdır gidiyor. İlerlemenin sosyal dünyaya bakarak değil de inşaat alanlarına bakarak tarif edildiği bir ülkenin tarih bilinci bu kadar oluyor. Homeros’un satırlarıyla edebiyatın başladığı yer olan  Troya’ya sahip olmak bile bir ülke için çok büyük bir ayrıcalıkken orayı “kafirlerin savaştığı yer” diye adlandıranların  yaşadığı bir coğrafyadan sanırım daha fazlası beklenemiyor. Türkiye’de bir hümanizmanın kökleşebilmesi için bu topraklardan çıkan her şeyin bize ait olduğuna inanmamız şarttır.  Anadolu’nun dile gelmesi bizim ona tüm kültürleriyle sahip çıkmamızla gerçekleşebilir.

Bu anlayışı yerleştirmek aşırı milliyetçi damarın yok edilmesi anlamına da gelecektir.

Bugün binlerce kişinin ev ve yazlık almak için yarıştığı, binlerce kişinin tatil yaptığı Bodrum’un  dünyanın yedi harikasından biri olan “Halikarnas Mozolesi”ne ev sahipliği yaptığını kaç kişi bilir ? O mozolenin kalıntıları dünyanın dört bir yanına dağılıp gitmiştir. Bodrum’da mozolenin bulunduğu yere  bir replikası yapılabilir ve anıtsal bibloları ziyaret eden herkese verilebilir/satılabilirdi. Hiçbiri yapılmadı, yapılmıyor. Çünkü turizm deyince akla gelen tek şey güneşlenip denize girmek ve otellerdeki açık büfenin tadını çıkarmak oluyor.

Sabahattin Eyüboğlu geleceği görebilen her aydın gibi 1968 yılında Bodrum için bakın ne demiş:

“Gün gelecek bizler artık Bodrum’a uğramak istemeyeceğiz, mavi yolculuk teknesine binmek için bile olsa yozlaşmış bu kente ayak basmaktan çekineceğiz.”

Bu sözlerin 1968 yılında söylendiğini yeniden anımsatayım ve 2022 yılındaki Bodrum’u hayallerinizin ötesine bırakayım.