CANTERBURY HİKAYELERİ

(Bu yazı 10 Eylül 2019’da muzipmasalcini.com adresinde yayımlanmıştır.)

Dante’nin “İlahi Komedyası”, Boccaccio’nun “Decameron”u neyse, Geoffrey Chaucer’ın “Canterbury Hikayeleri” odur.

Bu hikayeler, bir grup gezginin öyküler anlatmasıyla meydana getirdikleri masalsı eserlerdir. Ortaçağ Avrupasında geçmesine rağmen kimi zaman din dışı, kimi zaman mizahi ve kimi zaman cüretkar biçimde erotik olaylar dökülür anlatıcıların ağzından. Bazı yazarlar bu hikayeleri “Binbir Gece Masalları”na da benzetirler.

Hikayeleri yazan İngiliz yazar Geoffrey Chaucer 1341 yılında Londra’da doğdu. Babası John Chaucer zengin bir şarap tüccarıydı. Babasının ölümünden sonra mirası devralan Geoffrey, İngiltere Kraliçesi’nin maiyetinde bulunan güzeller güzeli Philippa ile evlendi ve böylece saray erkanına dahil oldu. Chaucer “Canterbury Hikayeleri”ni ömrünün sonuna doğru yazdı. En çok bilinen eseri bu olmakla birlikte ilk modern İngiliz romanlarından biri kabul edilen “Troilus ile Cressida”nın da yazarıdır.

Canterbury Hikayeleri 14’üncü yüzyıl İngilteresi’nin tüm tiplemelerini başarıyla anlatır. Konuşmacıların anlattığı tüm hikayeler bize Ortaçağ’ın yaşamını, yeme-içme kültürünü, ticaretini, din ve ahlak ilişkilerini önümüze döker. Bu anlamda sadece bir edebi metin olmakla kalmaz aynı zamanda tarihi bir belge niteliği taşır. (*)

Chauser bu eseriyle tarihe ve edebiyata hizmet etmekle kalmaz, anadili İngilizce’nin yavaş yavaş genişleyen egemenliğine de büyük bir katkı sunar. G.K. Chesterton “Chaucer’ın daha İngiltere varolmadan şüphe götürmez şekilde İngiliz olmasını olağanüstü bulduğunu” yazmıştı. Gerçekten de öyledir. Daha hikayelere başlarken Chaucer anlatıcılardan biri olan Başrahibe’yi tanıtırken onun akıcı bir Fransızca konuştuğunu söyler ama ardından ekler: “Fransızcayı Fransızlar gibi konuşmasak ne çıkar ki ? Artık efendimiz değiller. Parlamentoda bile İngilizce konuşuluyor artık.”

Canterbury Hikayeleri İngilizce’nin bayraklaştığı bir eserdir. Dinsel ögelerin ağır bastığı Ortaçağ Avrupası’nda en önemli ünvanlardan birisi hacı olmaktır. İngiltere’de Canterbury’e gidip Aziz Thomas’ın mezarını ziyaret etmek suretiyle hacı olmak isteyen yolcular Southwark’ta toplanırdı. Toplumun her kesiminden insanların biraraya geldiği bu yolculuk ve Canterbury Hikayeleri işte bu noktada başlar. Hikayelerin moderatörü sayılabilecek kişisi de Hancı Harry Bailey’dir. Kimler yoktur ki bu yolculukta; şövalyeler, rahipler, avukatlar, toprak ağaları, değirmenciler, aşçılar, marangozlar, hekimler, üniversite öğrencileri, endüljans satıcıları ve diğerleri.

Hac yolculuğunun çarçabuk geçmesi için hancı Bailey’in bir önerisi vardır: Canterbury yolunda ve dönüşte kafiledeki herkes birer hikaye anlatacaktır. En güzel hikayeyi anlatan hacı, ödül olarak bedava bir akşam yemeği kazanacaktır. Bailey’in önerisi herkes tarafından kabul edilir ve öyküler böylece başlar.

Kitabı okurken Geoffrey Chaucer’ın rahat dilini hemen fark edersiniz. Londra’da Thames Nehri’ni gören bir evde büyümesinin verdiği sokak kültürüyle, kahramanlarını günlük ağızla, argoya varan cümlelerle konuşturur, hatta küfrettirir. “Çan çan konuşmak, höpür höpür içmek, şeyinin keyfini sürmek, tokmaklamak, düzmek, vuruşmak, becerilmek” gibi sözcüklere sıkça rastlarsınız.

Hikayelerin ana temasında dinsel motifler bulunmasına rağmen kahramanların en çok yaptığı işler aşık olmak, sevişmek, aldatılmak, güzel kızların yahut oğlanların peşinden koşmaktır. Yazıldığı tarih göz önüne alındığında sırf bu özelliğiyle bile Canturbury Hikayeleri dikkate değer bir metinler bütünüdür.

Başta kadın-erkek ilişkileri olmak üzere insanların birbirleriyle kurduğu iletişime Ortaçağ’dan seslenen kahramanların gözüyle bakmak doğrusu ilginç.  

Çok fazla bir şey değişmediğini görmek daha da ilginç.    

(*) – Geoffrey Chaucer. Canterbury Hikayeleri. Yeniden Anlatım: Peter Ackroyd. Çeviren: Berna Seden. Can Yayınları.  İstanbul.  Mayıs 2017.