DEMOKRASİNİN YENİ KRİZİ

(Bu yazı 5 Eylül 2019’da halimiz.com’da yayımlanmıştır)

Faşistlerin benzer karakterleri vardır.

Geçmişte yaşadıkları travmalar ve yoksulluklar yıllar sonra güce ve zenginliğe kavuştuğunda egoları alabildiğine yücelir buna karşılık zihin damarları körelir.

Eskiden “ben yoktum” diyen karakter, artık  “en büyük benim” demeye başlar. Bunu söylerken korkunç hitabet yeteneğini kullanır, kendini adamışlığı ve dinamizmi ile büyülediği taraftarlarını tüm yalanlarına inandırır. Gün gibi ortada olan tüm olumsuzluklar görünmez olur.

Diktatörün yolu burada başlar ve diğer diktatörlerin yoluyla sıkça kesişir.

Giyimde, mimaride, konuşmada, hitabette, sembollerde, selamlaşmada ve yönetimde aynıdırlar. Onlar sizin yerinize düşünmeye ve davranmayı severler. Her konunun doğrusunu onlar bilir ve tüm halk adına en doğru kararı onlar verir.

Hepsinin aşık olduğu bir şehir vardır. Hitler Berlin’e, Franko Madrid’e, Mussolini Roma’ya aşıktı.   

Mussolini Roma’yı ‘Büyük Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olduğunu göstermek için yeniden tasarladı. Devletin tüm gücünü ortaya koyan anıtsal binalar yaptırdı. Planlarını kendisi çizdi ve isimlerini bizzat koydu.

Diktatörler böyledir.

Onların ve onları sevenlerin amaç birlikteliğine uygun kıyafetleri vardır. Selamlaşırken kullandıkları cümleler, vücut dilleri ve semboller aynıdır. Bu semboller ve davranışlar sayesinde birbirlerini hemen tanırlar. Nazi selamı verirken “Heil Hitler” diye bağırmak gibi.

Diktatörler yeni bir toplum, yeni bir gençlik ve yeni bir ülke yaratmaktan söz ederler. Bu hedefe ulaşmak için başka hayat tarzlarını küçümserler. Partinin ulusal duruşu zamanla tüm ülkenin görüşü ve duruşu haline gelir. Bu görüş; ülke uğruna ölümü kutsayan yeminlerle sık sık hatırlatılır ve tekelleşen medya aracılığıyla herkese aktarılır. 

Diktatörlerin yolu savaştan geçer.

Bu amaç uğruna ölenler mutlaka vatanseverdir ve onların neden öldüğünü sorgulamak ve barış istemek suçtur.

 Diktatörler kendilerini dev meydanlarda dev bayraklar açarak dinleyen coşkulu kalabalıkları da severler. Hitler büyük meydanlarda halka seslenirken adeta kolektif bir ayin yapardı.

İkinci Dünya Savaşı sona ereli 74, soğuk savaş biteli 29 sene oldu. Ama diktatörler farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda yeniden diriliyor. Üstelik adı demokrasi olan ülkelerde bile.

Rusya muhalif partilerin seçime girmesine izin vermezken, demokrasinin beşiği İngiltere’de Parlamento Başbakan’ın isteğiyle zorunlu tatile sokuluyor. Seçilmiş Başkan Trump ülkesinin tüm yerleşik değerleriyle kavgalı. Çoğu ülkede genel seçimler göstermelik hale geldi.

Uluslararası Hırant Dink Ödülü’nü bu yıl kazanan Hakikat Adalet Hakikat Merkezi yöneticisi Murat Çelikkan, Gazete Duvar yazarı Evrim Altuğ’a 22 Eylül 2018’de verdiği röportajda şöyle söylüyor:

“Normal bir dönemde yaşamıyoruz ama, belki dünyanın yeni ‘normal’i artık bu. Bugüne kadar çoğunlukla Doğu ülkelerine atfedilmiş olsa da, Batı’nın önde gelen ülkelerinde de yaşanıyor. Durum nedir? Popüler desteği olan, yani seçilmiş, otoriter rejimler. Bu yeni bir olgu. 20’nci yüzyılda insan hakları hareketi yükselir ve gelişirken, genellikle baskı ve ihlaller, çoğunlukla askerî diktatörlükler eliyle yapılıyordu. Şimdi ise seçilmiş hükümetler eliyle yapılıyor. Dünya için yeni bir durum bu.”

Evet, bu yeni bir durum. Peki demokrasiye yeniden ve kesin dönüş için umut var mı ?

Yanıtı yine Murat Çelikkan’a bırakalım:

“Belki şöyle söylenebilir: İnsan hakları konusunda çok yoğun mücadeleler verildi. Bu mücadeleler sonunda bazı meselelerin, meselâ işkence gibi, ‘zorunlu kaybetme’ler gibi, artık bittiğini düşündüğümüz yanlışların çok daha kötü biçimde tekrar gündeme geldiğini görüyoruz. Tekrar başlayabiliyor, geride bıraktığını düşündüğün, o bütün demokratik hakların kısıtlanmasını insanlar günübirlik yaşayabiliyor. Bence umutsuzluk, burada, bunun beklenmedik bir şey olmasında. İkinci bir umutsuzluk ise belirsizlik. Bu durumun neye evrileceği hakkında hiç kimsenin bir fikri yok.”