FATİH’İN KAYIP KİTABESİ

(Bu yazı Aktüel ARKEOLOJİ Dergisi’nin Ağustos 2019 sayısında yayımlanmıştır)

Çardak, Çanakkale Boğazı’nın Marmara deniziyle kesiştiği kuzey ucunda bir sahil kasabası. Güneybatısında Lapseki (Lampsakos), doğusunda Biga ve tam karşısında Gelibolu var.
  
Burası denizle karanın kesiştiği yer olduğu için oldukça stratejik bir nokta sayılıyor. Bu yüzden, Türkler Anadolu’dan Avrupa’ya geçmek için Çardak topraklarını kullanmışlar. Köyde her sene Asya’dan Avrupa’ya geçiş törenlerle kutlanıyor. Osmanlı Devleti’nin imparatorluğa evrilmesinin arefesinde kurulan köy, İstanbul fethedildiğinde henüz yoktu. Bölgedeki tarihi eserlerin yapım tarihlerine ve mezarlıklara bakıldığında burasının 15’inci yüzyılın ikinci yarısında kurulduğu tahmin ediliyor.

Yakın civardaki Hasköy, Kalkavuz ve Çamköy’de bulunan mezar kalıntıları yerleşim tarihini doğruluyor.
   
Osmanlı birliği sağlanmadan önce Anadolu’da hüküm süren beylikler döneminde Karesioğulları’na bağlı olan bu köyler, zamanla Osmanlı’ya bağlandı. Batı’ya doğru genişleme siyaseti izleyen Osmanlılar, Gazi Süleyman Paşa komutasında Çardak’a geldiler ve Paşa kendisi ve askerleri için büyük gölgelik (çardak) kurdurdu. Bu öyle büyük bir gölgeliktir ki her yerden görülür. Köyün Çardak olan adı işte bu dev gölgelikten geliyor.

Burada dev otağını kuran Gazi Süleyman Paşa Avrupa yakasına geçiş hazırlıklarına başlar. O dönemde henüz donanması olmayan Osmanlılar bu önemli geçişi sallarla yapacaktır. Süleyman Paşa’nın askerleri büyük bir gizlilik içinde sal yapımına başlarlar. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra gün doğmadan sahile gelirler ve dev sallarına binerek karşı kıyıya yani Avrupa’ya doğru kürek çekmeye başlarlar.

Tam burada efsaneler devreye giriyor. Söylenceye göre Paşa’nın sala almayı unuttuğu Kızıl Deli Sultan adlı bir evliya, sallar denize açıldıktan sonra “beni unuttunuz” diyerek koşmaya başlar. Koşarken eteğine aldığı kumları denize silkelemekte, bastığı her yer toprak olmaktadır. Kızıl Deli Sultan sala yetişmek için adım attıkça deniz Gelibolu’ya doğru kumdan bir karaya dönüşür. Denizin her adımda bölündüğünü gören Paşa ve askerleri salı durdurup Kızıl Sultan’ı da alırlar. İşte Çardak’taki ünlü Kum Adası böyle oluşmuştur ve köydeki herkes bu efsaneyi dün olmuş gibi bilir. Kum Adası yazları plaj olarak kullanılıyor. Üstelik efsaneden gelen inanışla buradaki kumların şifalı olduğuna inanılıyor. Kemik hastalığı olanlar buraya gelip kendilerini gömüyorlar. Bastonu atıp gidenler olduğu rivayet edilir.    

Türkler’in bu yolla Rumeli’ye geçmeleriyle hem Avrupa’daki askerlere destek vermek ve boğazın güvenliğini sağlamak için Osmanlılar Çardak’ta düzenli ordu bulundurmaya karar verirler. Gazi Yakup Bey adlı komutanı buraya atarlar. Gazi Yakup Bey Çardak’ı çok sever, burada yaşar ve burada ölür. Mezarı kendi adıyla yapılan caminin bahçesinde bulunmaktadır. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin “Fatih Devri Mimarisi” kitabından öğrendiğimize göre Gazi Yakup Bey döneminde Çardak’a bir han, bir camii, yedi su kuyusu, bir hamam, dokuz derslikli medrese, ve iki konak yapılmıştır. Gazi Yakup Bey’in yaptırdığı bu yapılardan camii, han ve kuyular hala ayaktadır ve hizmet vermeye devam etmektedir. Ama han kapısının üzerine konan üç kitabeden biri yıllar önce çalınmış.

Yerinde duran iki kitabeyi okuduğumuzda hanın İstanbul’un fethinden 11 yıl sonra, 1464’te yapıldığını görüyoruz. Tamamen taş bina olarak inşa edilen han 62 metre uzunluğunda yatay bir mimariye sahip. Üçgen tavanın yüksekliği ise 18 metreyi geçiyor. Dönemin özelliklerini taşıyan bina 60 direk üzerinde yükseliyor ve ortasındaki 10 direk mermerden yapılmış. Hanın orta bölümü gelip geçen konuklar düşünülerek hayvanlara ayrılmış. Binanın yan kısımları ise insanların veya askerlerin yatabilmesi için tasarlanmış. Ocak ve kandil yakmak için ayrılmış bölümler de var.

Çardak’taki han binasının tek kapısı bulunuyor. Kapı iki mermer sütun üzerine oturtulmuş ve hemen alınlığına adet olduğu üzere üç kitabe konulmuş. Yerinde duran iki kitabeyi okuduğunuzda şunlar yazıyor:

“Şanı parlak, burbanı, delilime’ali olan bu güzel hanın inşası, ihsan-ı aleme şayi olan Sultan Murad Han oğlu Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) tarafından  divanında kulu bulunan emir-i mücteba Yakub Bey’e emrolunmuştur. Cenab-ı Hak bünyanını musibetlerin savletinden muhafaza buyursun.”

Gazi Yakup Bey’in yaptırdığı camii, caminin yanındaki mezarı ve han tüm haşmetiyle geçmişten günümüze kalan soylu bir emanet olarak yerinde duruyor. Ama kapı alınlığındaki üç kitabeden biri yıllardır kayıp. Çardak’ta hiç kimse hatta hanın karşısındaki kahvede oturan yaşlılar bile ne zaman çalındığını hatırlamıyor. Bu paha biçilmez kitabenin yurtiçinde veya yurtdışında bir yerde (belki bir evde)  bulunduğu kesin.

Belki bu yazı vesile olur, bakanlık harekete geçer ve Çardak’ın Fatih Sultan Mehmed’ten kalan kayıp kitabesi bulunarak olması gereken yere konur.