İNSANLAR ve HAYVANLAR

(Bu yazı 26 Nisan 2023’te oggito’da yayımlanmıştır)

İnsanın hayvanlarla ilişkisi hiç şüphesiz varolduğu günle başlar.

Aklını kullanan insan, yırtıcılardan korunmak için kendine silah yaptı, avlandığı hayvanları yiyerek karnını doyurdu. Onların sütünü içti, yumurtasını yedi, postunu giydi. Adına “evcilleştirmek” denen işleme kadar her hayvan insan için tehlikeliydi. Evcilleştirmek iki tarafın da korkularından arınmasıdır. Artık ne hayvan insandan korkabilir ne de insan hayvandan. İnsan bu sayede hayvanın üzerine biner ve uzağı yakın eder. Eşekler ve atlar olmasaydı keşifler yapılamazdı. Güvercinler olmasaydı savaşlardan ve barışlardan haberimiz olmazdı. Koşum hayvanları olmasaydı tarlalar sürülemez, piramitler ve camiler inşa edilemezdi.

İnsan denilen canlı hayvanları daima kendi çıkarı için kullandı. Ahırları onlar rahat etsin diye değil, daha fazla et, süt ve yumurta alabilmek ve başka hayvanlardan sakınmak için yaptı. Köpekleri kurttan korunmak için, eşek ve atları tarlayı sürmek ve bir yerlere çabuk gitmek için besledi. Ama bunları yaparken o hayvanlara bağlandı, sevdi onları. Hayvan denilen canlı insanın yoldaşı oldu. Fırtınaya onlarla beraber girdi, denizlere onlarla açıldı. Erişilmez diyarlara hayvanlarla ulaştı. Düğüne ve ölüme at sırtında gitti.

Bütün Ortaçağ edebiyatına ve sanatına damgasını vuran şövalye geleneği atı yüceltmiştir. Sadece 1.Dünya Savaşı’nda 8 milyondan fazla at hayatını kaybetti. Savaşın yüzüncü yıldönümünde insanlar o atlar için heykeller dikti, törenler düzenledi. At, Eski Yunan’da, Mezopotamya’dan uçup gelmiş kanatlı gücün simgesiydi. Troya’da zaferi tahta bir at getirdi. Cengiz Han’ın, Fatih’in, Köroğlu’nun atları onlar kadar ünlüydü. Roma İmparatoru Caligula atını senatör yapmıştı. Napolyon’un atı Marengo’nun iskeleti Paris’teki Napolyon Müzesi’nde sergilenmektedir. Don Kişot’un kurmaca atı Rosinante hala romanın sayfalarında koşmaktadır.

Yaşar Kemal çoğu romanında attan, atlardan söz eder. İnce Memed’te, Ağrıdağı Efsanesi’nde kıratları okuruz, Yahya Kemal “Akıncı” şiirinde “bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” derken, Nazım Hikmet “dört nala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” diye gürler. Don Kişot’un yamağı Sancho Panza’nın eşeğinden daha ünlüdür bizim Nasreddin Hoca’nın ters bindiği eşek.           

Öyle sevmiştir ki insan kendi hayvanını “neden konuşmaz ki benimle” diye hayıflanmıştır. O yüzden konuşturmuştur hayvanları masallarda, efsanelerde ta Ezop’tan, La Fontaine’den beri. İbret alınası en güzel masallar hayvanların insan gibi konuşturulduğu masallardır. Tilkiler, kargalar, kurtlar, atlar ve eşekler konuşur, insanlar ders alır.

Mitoloji başlı başına bir hayvanlar geçididir. Büyük tanrı Zeus hoşlanmadıklarını hayvana çevirir, bazı tanrı ve tanrıçalar ise hayvan kılığında iner yeryüzüne. Bazıları yarı insan yarı hayvandır. Kadın yüzlü, kanatlı, sivri pençeli Harpya, yarı insan yarı yılan Ekhidna, aslan başlı Griffon, cehennemin kapısını bekleyen üç başlı köpek Kerberos ve diğerleri hayvanlara özenen insanların yaratma gücünün eserleridir.

Hayvanların sınırsız gücüne öykünen insan için sonsuz sembollerdir hayvanlar. Tedavinin, sağlığın sembolü hala yılandır. Barış ve özgürlüğün simgesi güvercindir. Bilgeliğin ve aydınlığın arması baykuştur. Örümcek hüneriyle, arı çalışkanlığıyla, akrep gururuyla, deve sabrıyla, tilki kurnazlığıyla, kurt sinsiliğiyle, at soyluluğuyla örnek olur. Fransız Futbol Federasyonu’nun simgesi horozdur. İngiliz takımlarının çoğunluğu simge olarak kuş ve diğer hayvan figürlerini kullanmıştır.  

Din kitaplarından da eksik değildir hayvanlar. Kuran-ı Kerim’de birkaç kez develerin adı geçer. Günahkarlar için şöyle söylenmiştir: “Onlar cennete ancak bir deve iğne deliğinden geçtiğinde girebilirler.”(Araf. 40)

İslam tarihinin en ünlü devesi Hazreti Muhammed’i Mekke’den Medine’ye götüren deve Kusva’dır. Peygamberi Miraç olayında gökyüzüne kaldıran at ise Burak’tır.

Yine Kuran’daki Kehf suresinde geçen Yedi Uyurlar’ın Kıtmir adında bir köpeği vardır. Hazreti Musa’nın asası ise yılana dönüşür.  

İnsanoğluna böylesine yoldaşlık eden hayvanlar, söylence ve destanlarda, romanlarda, film ve şarkılarda da  kendine yer bulur. Jack London’un Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı romanları bir köpeğin kahramanlığını anlatmaktadır. John Steinbeck’in en ünlü eseri Fareler ve İnsanlar’dır. Açık denizdeki Moby Dick, Herman Melville’in eliyle bize sabrı ve erdemi anlatan balinadır. Franz Kafka’nın kahramanını dönüştürdüğü hayvan bir hamamböceğidir. Saramago bir Filin Yolculuğu’nu anlatır. Richard Bach’ın Martı romanı hala en çok okunan kitaplar arasındadır. Enis Batur bir gergedan hayranıdır. Faruk Duman üçlemesine bir domuz türünün adını koymuştur: Sus Barbatus. İtalyan besteci Rossini’nin en sevilen eserlerinden biri Hırsız Saksağan Uvertürü’dür. Bedri Rahmi’nin en çok çizdiği motif balıkken, Picasso keçiyi sever. Da Vinci’nin kucağında bir kakım tutan kadın tablosu Mona Lisa kadar ünlüdür.

Alfred Hitchcock’un Kuşlar’ında, King Kong’ta, Maymunlar Cehennemi’nde, Godzilla’da ve Jurassic Park’ta evcilleştiremediğimiz hayvanlar başroldedir.

Hayvanlara eziyet etmeyi ve onları avlamayı bırakalım. Onları hayvanat bahçelerine doldurup anlayışsız bakışlara peşkeş çekmeyelim.  

Nasıl ki doğanın isyanı insanın mutlak mutsuzluğuysa, hayvanların mutsuzluğu da insan neslinin sonudur.