İYİLİĞİN VİCDANI, AKLIN GADDARLIĞI

(Bu yazı 3 Aralık 2019’da oggito.com’da yayımlanmıştır)

İyi romancı aynı zamanda iyi bir felsefecidir. Hayattan edindiği tecrübeyi kendi sözleriyle fikre ve felsefeye dönüştürür ve yarattığı karakterlerle okuyucusuna aktarır.

Jack London onlardan biri.

1876 ile 1916 arasında yaşamış olan Amerikalı yazar soyadını üvey babasından almıştır ve asıl adı John Griffith Chaney’dir.

London okulu 14 yaşında bıraktı ve tayfa olarak çalıştığı bir gemiyle Japonya’ya gitti. Denizi ve denizciliği çok sevdiğini eserlerinden anlıyoruz.

Deniz Kurdu  romanında kendisini anlatır. (*)

Varlıklı bir aileden gelen Humprey Van Weyden geçirdiği bir deniz kazasından sonra Hayalet adlı bir fok avlama gemisi tarafından kurtarılır. Kendisini kurtaran geminin kaptanı Wolf Larsen öyle biridir ki sahip olduğu acımasızlık Van Weyden’i korkunç bir hayatta kalma mücadelesine sokar ve  bu nazik adam giderek bir savaşçıya dönüşür. Jack London ikisinin arasındaki fiziksel ve felsefi çatışmayı öyle güzel anlatır ki, Hem Wolf Larsen hem de Van Weyden, roman tarihinin en önemli iki karakteri haline gelir.  

İyi eğitim görmüş ve üst sınıfa mensup Humprey, 80 tonluk bir uskuna olan Hayalet’e çıkar çıkmaz nasıl bir dünyaya dahil olduğunu anlar ve dehşete kapılır. Kaptan Wolf Larsen gerçek bir zorbadır. Gemide çalışan herkes onu öldürmek istemekte ancak başaramamaktadır. Tayfalar birbirine karşı duyarsız, hoyrat ve acımasızdır. Hayatta kalmak ve cebe üç-beş kuruş indirmek gemideki tek motivasyon kaynağıdır. Sevgi ve ahlak yoktur. “Endüstriyel örgütlenmenin başkalarının yaşamını kontrol hakkını kendilerine verdiği bu adamların duyarsızlığı dehşet vericiydi” diye anlatır bu durumu London kahramanın ağzından.  

Kaptan Wolf Larsen ahlak kavramının ortadan kaldırılması fikrinde birleşen mürettabatın simgeleşmiş gücüdür.

“Yaşam mı ? Hiçbir değeri yok. Ucuz şeylerin içinde en ucuzu. Her yerde dilencilik ediyor. Doğa onu bol keseden saçıyor ortalığa. Nerede tek bir yaşam için yer varsa, binlercesinin tohumunu ekiyor oraya ve kendi yaşamı, geriye en güçlü ve en pisboğaz yaşam kalıncaya dek yaşamı yiyip tüketiyor” der Kaptan Larsen. Adamlarından birinin ölmesinin kendisi için ne kadar önemsiz olduğunu ise şu sözlerle anlatır:

“Doğmayı talep eden yığınla yaşam var daha. O adam düşseydi ve beyni petekten süzülen bal gibi güverteye saçılsaydı dünya için hiçbir kayıp oluşturmazdı. O dünyanın umurunda değildi. Onun gibilerden bol bir şey yok.”

Larsen adamlarından birini cezalandırmak için onu gemiden aşağı sallandırır. Bir köpekbalığı gelip talihsiz adamın ayağını koparır. Kaptan Larsen adamın ayağı için değil sahip olduğu iş gücünden birinin eksilmesine üzülür.

Böyle bir ortamda Kaptan Larsen sık sık öfkelenir, küfreder ve adamlarını döver. Van Weyden zamanla gördüklerine ve duyduklarına alışır. Önce kamarot olur sonra geminin aşçılığını yapar ve zamanla kaptan yardımcılığına yükselir. Ama tüm bu süreçte Kaptan Larsen ile sürekli çatışır. Kaptan Larsen, Van Weyden’in diğerlerinden farklı olduğunu bilir. Bazen felsefe yapmak için onu kamarasına çağırır. Birlikte yemek yerler. Onunla olan ilişkisinde iyiliğin vicdanını değil, aklın gaddarlığını kullanır. Van Weyden de aynı şekilde karşılık verir. Ama önemli bir farkla: Van Weyden mensup olduğu sosyal sınıfın, davranışlar  konusunda kendisini sınırladığını bilir ve o sınırları hiçbir zaman aşmaz. Kaptan Larsen için herhangi bir ahlaki ve vicdani sınır söz konusu değildir. Canının istediği her an şiddet kullanır. Kendi istekleri dışındaki hiçbir şeyin önemi yoktur. Güç ve iktidar bir zorbanın tek kutsalıdır.    

Jack London 27 metrelik fok avlama gemisi Hayalet’te bir dünya kurmuştur.

Bu dünya dışarıdaki gerçek dünyanın denizdeki kopyası gibidir. Ya iktidara ve güce tapanlar ve bu uğurda her türlü zorbalığı yapanlar kazanacaktır yahut eğitimin, hukukun ve ahlakın eğittiği bir avuç insan. 

Hangi tarafı tuttuğunuz size kalmış.

(*)- Jack London. Deniz Kurdu. Çeviren: Fadime Kahya. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 3.Basım. Şubat 2016. İstanbul.