KARAKÖY’DE BİR TARİH CANLANIYOR

(Bu yazı 1 Kasım 2022’de mürekkephaber’de yayımlanmıştır)

İstanbul’u en iyi belgeleyen isimlerden Ara Güler, yazar Enis Batur ile yaptığı bir sohbette şehri “deli saraylının çekmecesine” benzetir. Öyle bir çekmecedir ki bu, hangisini açarsanız açın içinden sizi hayrete düşürecek şeylerle karşılaşırsınız. Tıpkı büyükannesinin irili ufaklı eşyalarıyla dolu bir dolabı karıştıran çocuğun sevinci gibi bu harika kentin el değmemişliklerine şaşar kalırsınız.

Özellikle sur içi bölgesinde hala eğ değmemiş yerler bulunmaktadır. Karaköy, Galata ve Pera’da da nice cevherler saklıdır eski günlerden kalan. Bu cevherleri ortaya çıkarmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren İBB Miras önemli işler yapıyor. Kentin olağanüstü geçmişinin sadece Osmanlı’dan ibaret olmadığı hepimiz biliyoruz. Ama Osmanlı öncesi uygarlıkların bugüne kadar görmezden gelindiği bir sır değil.

Kentin Karaköy ile Galata arasındaki bölgesi denize bitişik olmasının verdiği avantajla bir ticaret ve iş merkeziydi. Gümrük büroları, dış ticaret ofisleri, bankalar, lüks oteller, yazıhaneler ve sayısız dükkanlarıyla burası öyle bir yerdi ki her dükkanda ayrı bir dil konuşulur, her lokantasında ayrı bir yemek pişerdi. Saint Pierre Han (Sen Piyer Han) ticaretin yoğun olarak yaşandığı ve resmileştiği yerlerden biriydi. Han şimdilerde önemli bir restorasyon çalışmasına sahne oluyor.

Hanın geçmişi Dominiken rahiplerinin mekanı olan Aziz Pierre Kilisesi’ne uzanıyor. Kiliseye ait ahşap lojmanların yanmasından sonra 1771-1775 yılları arasında  inşa edilen St. Pierre Han,  58 metre uzunluğundaki cephesiyle, yaklaşık 2 bin 500 metrekarelik bir alana yayılıyor. Yani ticari amaçla yapılmış zamanın en büyük binalarından biri. Dışarıdan bakılınca tek bir bina gibi algılanıyor ama öyle değil. Han birbirine eklenen farklı yapı gruplarından, koridorlardan ve 65 odadan oluşuyor.

Hanın hafızasında öne çıkanları arasında, Osmanlı devletinin resmi bankalarından biri olarak 1863 yılında kurulan Osmanlı Bankası’na ev sahipliği yapması geliyor. Yani binada devletin Merkez Bankası sayılan bir hazine idaresi görev yapmış. Para dolu çuvallar bu hanın içindeki odalarda saklanmış. Bankadan sonraki yıllarda İstanbul’un anıtsal yapılarına imza atan Antoine  Perpignani, Hovsep Aznavur, Marco Langas ve Giulio Mongeri gibi dönemin önemli mimarları tarafından büro olarak kullanılan yapıda, bu isimlere ait tabelaların bazıları hâlâ duruyor. Devrim sonrasında Paris’te giyotinle başı kesilerek idam edilen Fransız şair Andre Chenier’nin 1762’de bu hanın bir odasında doğmuş olduğu bilgisi henüz doğrulanmış değil.  

Türkiye’deki ilk blue jean üretiminin yapıldığı yer de burası. Üretimi yapan işadamının adı Muhteşem Kot olduğu ve üretilen pantolonlara bu isim verildiği için günümüzde bile blue jean pantolonlara kot pantolon demekteyiz. Üretimin yapıldığı salon ileride bir kot müzesine dönüştürülürse  ne güzel olur.   

Handaki onarım çalışmaları İBB ile Bahçeşehir Üniversitesi’nin kurucusu olan Uğur Eğitim Vakfı’nın işbirliğiyle HB Mimarlık tarafından yürütülüyor. Çalışmalardan sorumlu mimar Fatma Özaltın, böylesine tarihi bir binada çalışmaktan gurur duyduğunu belirtiyor. Tüm yapı aslına uygun şekilde elden geçiriliyor. Duvar ve tavan işlemeleri belirgin hale getirildikten sonra orijinal haliyle bırakılacak. Yapının sağlığı açısından yeniden yapılması gereken duvarlarda aslına uygun olarak üretilen kırmızı tuğlalar kullanılıyor. Bakımsızlıktan ve sorumsuzca yapılan müdahalelerden kaynaklanan yapısal bozukluklar ancak böyle giderilebiliyor. Yıllardır atıl ve bakımsız kalan bir yapıyı yeniden güçlendirmek uzun sürecek gibi görünüyor.

İstanbul Türkler tarafından fethedilmeden önce bir Roma kentiydi, bir Ceneviz, bir Venedik, bir Bizans, bir Latin kentiydi. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Arapların, Kürtlerin, Türklerin kentiydi. Yani İstanbul gerçek bir dünya kentiydi.

Öyle kalması için korumaya ve yaşatmaya devam etmeliyiz.