KENDİ ÖLÜMÜNÜ PLANLAYAN BİR KADIN

(Bu yazı “Dünya Hala Büyük Yaşam Hala Kısa” kitabından alınmıştır)

Ötanazi, Yunanca kökenli bir sözcük, “güzel ölüm” diye çevirebilirsiniz. Bir kişinin yaşamını, hayatının artık dayanılamayacak hale gelmesi nedeniyle, acısız bir müdahaleyle sonlandırılması anlamına geliyor. İki şekilde uygulanıyor. Pasif ötenazi, kişinin tedavi sürecinin bilerek kesilmesiyle uygulanıyor. Aktif ötenazi ise bir uzman eliyle hastanın hayatına son verilmesi demek oluyor ki dünyada en çok tartışılan ötenazi şekli işte bu. Pasif ötanazi birçok ülkede farklı koşullar altında yasalken, aktif ötenazi çoğu ülkede yasak. Aktif ötenaziye karşı çıkan tıp ve ahlak çevreleri, bunun “doktor destekli bir intihar” olduğunu ve tıp etiğine ve moral değerlere aykırı olduğunu vurguluyor. Bununla birlikte Avrupa’nın bazı ülkelerinde ve ABD’nin bazı eyaletlerinde yasal. Türkiye’de ise her şekliyle yasak.

Daily Mail gazetesinde okuduğum bir haber, ötenazi uygulamasının doğru veya yanlış olmasıyla ilgili değildi. ABD’nin Kaliforniya eyaletinde ötenaziyle ölmeye karar vermiş olan bir kadının, henüz 41 yaşındayken kendi ölümünü planlamak zorunda kalan Betsy Davis’in acıklı öyküsüydü. ALS hastalığına yakalanan ve artık yaşama şansı kalmadığını öğrenen Davis, doktorların onayını alarak ölmeye karar vermişti. Günden güne eridiğini, el ve ayaklarının tutmaz hale geleceğini, bir tüpten besleneceği günleri görmek istemediğini kızkardeşine gönderdiği e-posta’da şöyle yazmış:

“Elimin ve kollarımın gücünü çok erken kaybetmeye başladım. Tüplerden beslenerek, makineye bağlı nefes alarak yaşamak istemiyorum. Vücudumun içinde sıkışmaktansa özgür bir ruh olmayı tercih ederim.”

Gerekli izinleri aldıktan sonra Betsy Davis kendi ölümünü planlamaya başlamış.

Ölmeden önce yapılacaklar listesinin ilk sırasında Japonya’yı görmek vardı. Bunu yaptı. Ama en önemlisi, en sevdiği insanların katılacağı bir parti düzenlemekti: “Right to die party” yani “ölüm hakkı partisi.”

Otuzdan fazla insan “gözyaşlarını kendilerine saklamak” şartıyla Betsy Davis’in Kaliforniya’nın güneyindeki bir dağ kasabası olan Ojai’deki evine geldi. Her şey planlanmıştı. En sevdiği dükkândan peyniri ve malzemesi bol dilim dilim pizzalar hazırlattı. En sevdiği Meksika yemeği olan içi mısır ve kıymayla doldurulmuş dolmalık kırmızı biberler de vardı. Kalabalık ve neşeli bir yemek yendi. Bir arkadaşı çellosunu, diğeri armonikasını getirmişti. Herkes yemekten sonra verandaya çıktı ve esprilerle süslenmiş mini monserler verildi. Herkes gülüyordu. İlerleyen saatlerde sinema odasına geçildi ve Betsy’in en sevdiği film olan, Alejandro Jodorowsky’nin 2013’te çektiği “Gerçeğin Dansı” izlendi.

Sonra herkesin uykusu geldi. Davetliler odalarına çekilirken, Betsy sabaha kadar uyumadı. Ertesi gün sonsuza kadar uyuyacaktı çünkü. Sabah kahvaltısı da çok neşeli geçti. Betsy, dolabında kalacak kıyafetleri herkese kendisinden bir hatıra kalacak şekilde dağıttı. Güneşin batımı yaklaşırken ölümün saati de yaklaşıyordu. Betsy Davis, arkadaşlarına güneşin batışını evinin yakınındaki tepenin üstünden izlerken ölmek istediğini çoktan söylemişti. “Ölüm Partisi”ne gelen herkes ölümün gerçekleşme şeklini ve saatini biliyordu ama kimse Betsy’nin ölümünü kutlamak için orada bulunduğunu düşünmek istemiyordu. Tek yapabildikleri onunla poz vermek, neşeli olmaya çalışmak ve zaman zaman arka odalardan birine kaçarak ağlamaktı.

Güneşin batışı yaklaşırken Betsy Davis üzerini değiştirdi. Japonya’dan aldığı kimonoyu giydi. Partinin en özel kokteyli onun için hazırlanmıştı: Pentobarbital, morfin ve bir tür sakinleştirici olan kloral hidrattan oluşan bir içki. Betsy, üzerine biraz Hindistan cevizi sütü, bir kaşık şeker ve bir tutam tuz eklenmesini rica etti. Son nefesini verirken ağzında kalacak tada bile önceden karar vermişti: Mayhoş, tropik bir süt tadı.

Herkese el sallayarak partiden, evinden ayrıldı. Onu tekerlekli sandalyesiyle tepeye doğru sürdüler. Ağır ağır ilerlerken çevresindeki kuş seslerini dinledi, ağaçlara ve çiçeklere baktı. Yüzü tam güneşe doğru gelecek şekilde tepede durdular. Betsy, akşamın şahane kızıllığını ve tertemiz havayı içine çekti. Güneş hâlâ yüzünü yakıyordu. Son kez gördüğü manzaraya tüm ayrıntılarıyla baktı, baktı. İlacın etkisi vücudundaki ilk kasılmayı yarattığında gözlerini kapattı. Mayhoş, tropik bir süt tadı ağzına geldi. Ölüm, kaçınılmaz saatinin o ana kadar geciktirilmesine izin vermişti. Ama artık onun sırasıydı.

Betsy’i güneş batarken tepeye canlı olarak gönderen arkadaşları, yarım saat sonra onun cenazesini aldılar. Betsy Davis 41 yaşında ötenazi hakkını kullanarak bu şekilde hayatını kaybetti.

Belki de “kendini öldürttü” dememiz gerekiyor.

Ne dersek diyelim, Betsy’nin kararında ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiyi ve ölüm saatini erkene almaya karar vermiş bir kadının cesaretini düşünüyoruz. Tüm cesur kadınlara saygıyla.