OSMANLI’NIN İLK DAİMİ ELÇİSİNİN LONDRA GÜNLERİ: SAHNEYE ATILAN CANLI KÖPEK, KRALIN KARİKATÜRÜ VE BAŞKA ŞEYLER

(Bu yazı 7 Kasım 2019 tarihinde halimiz.com adresinde yayımlanmıştır)

Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki ilk daimi elçisi olarak İngiltere topraklarına ayak basan Yusuf Agah Efendi’nin 20 kişilik ekibinde kadın yoktu.

İngiliz The Times Gazetesi 20 Aralık 1793 tarihli sayısında şöyle yazmıştı: “Türk Büyükelçisi otuzlu yaşlarda çok saygın bir görünüme sahip. Ekselanslarının bu ülkede (İngiltere’de) ihtişamlı bir hava yaratmak istemediğini anlıyoruz. Çünkü maiyetinde tek bir hanımefendi yok.”

İmparatorluğun başkenti İstanbul’da bulunan Dışişleri Bakanlığı’nda hiç kuşkusuz alt düzeyde görev yapan kadın memurlar vardı. Ama Babıali’yi Avrupa’da diplomat kimliğiyle temsil edecek bir kadın, henüz devlet geleneğine uygun bulunmuyordu.

Reformist Padişah Üçüncü Selim yönetimindeki devlet, elçilikler açarak dış dünyada temsil edilme işini Avrupa’dan 200 yıl sonra yapmaya karar vermişti. İstanbul, daha önce geçici görevlerle yurtdışına temsilci göndermişti ama bu temsilcilerin hiçbiri kalıcı olmamıştı. İyi eğitim görmüş, deneyimli ve sadık Yusuf Agah Efendi, Osmanlı’nın ilk daimi büyükelçisi olarak tarihe geçmiştir.   

Agah Efendi’nin ayak bastığı ülkenin elçisi Osmanlı topraklarına 1583’te gelmiş ve Birleşik Krallık, o yıl İstanbul’da ilk elçiliğini açmıştı. Türkiye’deki ilk İngiliz sefiri olan William Harbourne bir işadamıydı ve İstanbul’daki görevi İngiltere adına sultandan ticari ayrıcalıklar koparmaktı.

1744’te dünyaya gelen Yusuf Agah Efendi, Mora’nın eşrafından sayılan bir ailenin üyesiydi ve hem Yunancayı hem de İtalyancayı gayet iyi konuşuyordu. Rüşvetin vızır vızır döndüğü bir makam olan kalyonlar katipliği görevine, sadakati sayesinde getirilmiş ve görevini tek bir dedikodu çıkmadan yürütmüştü.

Yusuf Agah Efendi ve beraberindeki heyet, 14 Ekim 1793’te İstanbul’dan ayrıldı.

İki ayı geçen bir yolculuktan sonra 19 Aralık günü öğleden sonra Dover Limanı’na ulaştı. Heyecanını belli etmemeye çalışan Osmanlı heyeti, kendisine eşlik eden silahlı muhafızlar tarafından çembere alındı ve kalacakları yere götürüldü. Ertesi gün yine yola koyulacaklardı.

Yusuf Agah Efendi ve beraberindekiler Noel’den kısa bir süre önce 21 Aralık 1793 Cumartesi günü sağ salim Londra’ya ulaştığında saatler öğleden sonrayı gösteriyordu. Şehir büyük yangının yaralarını sarmış gibiydi. Yeniden inşa edilen Saint Paul Katedrali tüm muhteşemliğiyle ayaktaydı.

Londralılar Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi sayılan Osmanlı Sultanı’nın temsilcisinin şehre  geleceğini aylar öncesinden biliyordu. Bazı Londralılar Agah Efendi’nin geçeceği yolun çevresinde onu beklemeye başlamıştı.  

Sonunda geldiler.

Yusuf Agah Efendi ve heyeti, daimi bir ikametgah bulunana dek Pall Mall’daki ünlü Royal Hotel’de konakladı. Gazeteler daha ilk günden onun hakkında dedikodular yayımlamaya başladı.  Agah Efendi’nin nargile merakı ilk haberlerden biriydi. Londra sosyetesi Türk heyetinde yer alan yüksek rütbeli diplomatların bazılarının bekar olduğunu bile öğrenmişti.

The Times 26 Aralık’ta şöyle yazıyordu:

“Ortalıkta yeni gelen Osmanlıların en yüksek rütbeden olduklarına dair söylentiler dönüşüyor. Bizim güzel leydilerimiz hiçbir şeylerini gizlemiyorlar. Fark edilmek ve Osmanlıları tavlamak için çok bilindik mendil düşürme numarası buna dahil. Şerbet adı verilen içki ekselanslarının her ortamında sunuluyor, bilhassa kağıt oyunu oynanırken. Osmanlıların adetlerini öğrenme isteği o kadar büyük ki bu gidişle bildiğimiz pastanın adı Turk’s Cup olacak.”

Büyükelçinin günlük alışkanlıkları, ne yiyip içtiği gazetelerin başlıca konusuydu. Kraliçe’nin muhafızları Royal Hotel’e kimseyi yaklaştırmasa da saray tarafından tanınan ve soylu ailelere mensup İngilizler için otele girip-çıkmak sorun değildi. Hepsinin amacı Yusuf Agah Efendi ile tanışmaktı. Yayımlanan haberler magazin gazeteciliğinin ilk örnekleri gibiydi. 13 Ocak 1794 tarihli Hampshire Chronicle’a bakalım:  

“Elçinin öğünleri son derece düzensiz. Uyanma saatleri hep değişiyor. Bazı günler çok erken kalkıyor. Kahvaltıda bazen kahve bazen meyve suyu içiyor. Akşamları çok sade yemekler yiyor. Peynire çok düşkün. Sofra toplanır toplanmaz bağdaş kurarak halının üzerinde oturuyor. Ardından önüne elini ve ayaklarını yıkaması için su dolu bir leğen konuyor.bunu sürekli yapıyor. Sonra divana geçiyor ve ayaklarını uzatıp oturuyor. Dinlenirken inanılmaz derecede uzun bir çubuk tüttürüyor.”

Osmanlı elçisinin halk arasına karıştığı ilk yer, Covent Garden Tiyatrosu oldu. Yeni yıl dolayısıyla Harlequin Faustus sahnelenecekti. Tiyatroya geniş bir koruma ordusuyla gelen Yusuf Agah Efendi, bir pandomim gösterisi sayılan oyunu büyük bir ilgiyle izledi. Davetliler içinde yer alan bir grup kadın, Yusuf Agah Efendi’ye pasta ve şarap ikram etmek istediyse de muhafızlar buna engel oldu. Tam gecenin sonuna geliniyordu ki gösteriyi iki şilinlik biletle balkondan izleyen bir seyircinin sahneye canlı bir köpek fırlatmasıyla ortalık karıştı. Muhafızlar hemen köpeği ve iki şilinlik seyirciyi tiyatrodan attı. Tüm bunlar olurken Yusuf Agah Efendi ve Türk heyeti yerinden hiç kıpırdamadı.

Covent Garden’daki olaylı akşamdan bir hafta sonra resmi kabul töreni yapıldı.

Ülkeye varışlarından 14 ay sonra, 29 Ocak 1795 tarihinde Yusuf Agah Efendi, Saint James Sarayı’nda Kral III.George tarafından kabul edildi. Kabulde sadece Türk Büyükelçisi değil, İspanya ve Hollanda elçileri de vardı ve hepsi birden İngiltere Kralı’na güven mektuplarını sunarak resmen göreve başlamış oldular.

Artık daimi bir ikametgah gerekiyordu. Aynı hafta içinde sadece soyluların ve saray mensuplarının oturabildiği Adelphi konutlarından bir ev kiralandı. Ardından elçinin kullanımı için bir at arabası ve kupa sipariş edildi.

Yusuf Agah Efendi’nin artık kalıcı bir adresi ve bir atlı arabası vardı. Zaman zaman Londra sokaklarında geziniyor ve etrafa bakınıyordu. Onunla beraber Londra’yı gezen Başkatip Mahmud Raif Efendi fırsat buldukça Bedford Meydanı’nın arkasındaki araziye çıkıyor ve ok atış talimi yapıyordu. Londra izlenimlerini not alan Mahmud Raif, günlüğüne şunları  yazmıştı:

“Şehrin caddeleri genellikle güzel ve geniş. Bütün caddelere yayalar için malta taşı döşenmiş. En uzun caddeler Oxford, Piccadilly, Strand ve Fleet Street. Ticaret hayatının en canlı olduğu yer ise East Cheapside. Burada geniş vitrinli birçok güzel ve pahalı dükkan sıralanıyor. Şehirde sekiz-dokuz tiyatro var. En büyükleri İtalyan Operası, Drury Lane ve Covent Garden.

Mahmud Raif Efendi’nin tespitleri sadece günlük hayatla sınırlı değil. Okuyan herkesi (bugün bile) şaşırtabilecek siyasi gözlemler kaleme almış:

“Yasalara katı şekilde uyulsa da herkesin dilediği gibi konuşma ve yazma hürriyeti var. Yasalar aleyhine değil ama genellikle isimleri verilmeden atıfta bulunulan önemli insanların itibarı aleyhine söz söyleme hakkı var. Kral bile her gün karikatürlerde çıkan bu hürmetsizliklerden muaf tutulmuyor.” 

Kral hakkında karikatür çizilmesi belli ki Raif Efendi’yi çok şaşırtmış.  

Yusuf Agah Efendi Londra’daki görevine üç yıldan fazla devam etti. 1797’nin Temmuz ayında Kral III.George ve Kraliçe’ye veda ziyaretinde bulunmak üzere St.James Sarayı’na son kez gitti. Kral, Agah Efendi için Padişah’a yazdığı mektupta ondan övgüyle söz etti.

Yusuf Agah Efendi’nin yerine Londra’ya İsmail Ferruh Efendi atandı. Ama ondan sonra gelen hiçbir isim, onun kadar etki bırakmadı.    

Saray ressamı Carl Fredrik von Breda tarafından yapılan resmi, Pera Müzesi’nde sergilenmektedir.