SAİT FAİK’İN GEÇİM DERDİ

(Bu yazı 4 Mart 2019’da oggito.com’da yayımlanmıştır)

Toplumcu yazılardan çok bireyi anlatan öyküler yazdığı için, çalışmadan yaşayabilecek bir mirasa sahip olduğu için, Burgaz Adası’nda annesiyle bir köşkte yaşadığı için Sait Faik Abasıyanık’ı ‘burjuva yazar’ sayanlar olmuştur.

Büyük usta, toplum meselelerinden çok kendini, işsizleri, balıkçıları ve İstanbul kahvehanelerini yazmıştır; ama bunları eşsiz üslubuyla öyküleştirirken aslında Türkiye’yi anlatmıştır. Onun geçim derdi, öykülerindeki insanların geçim derdiyle aynıdır:  

“Ben denizi, balığı, balık tutanı, ekmeğini denizden çıkaran insanı çok severim” diye yazmıştır.

Sait Faik kısa süren öğretmenlik ve gazetecilik macerası dışında sürekli bir işte çalışmadı. Aylaktı ve aylaklığını anlatmaktan keyif alırdı.

“Kalabalık bir caddenin oldukça sevimsiz bir kahvesine akşamları çıkıyor, camın önündeki masaların hemen arkasındaki yere oturup kalıyorum. Saatlerce gelip geçenleri seyrediyorum. Sıkılmıyor muyum ? Aksine, müthiş eğleniyorum. İnsanların yüzüne, halü etvarına bakıp hikayeler mi düzüyorum ?” diye yazmıştır.

Kendisiyle yapılan bir röportajda “bir gün meşhur bir edebiyatçı olacağınızı tahmin eder miydiniz”  sorusunu şöyle yanıtlamıştır:

“Çocukluğumda da ilk gençliğimde de bir şey olmaya değil olmamaya karar vermiştim. Sözümü tuttum gibime geliyor, siz istediğiniz kadar bana meşhur deyin.”

Onun düzenli bir iş tutmamasının nedenlerinden biri dönemin Türkiye koşullarında verilen paraların çok düşük olmasıdır.

Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaparken ayda 13 lira kazandığını anlatır bir söyleşisinde. Vapur geç kalktığı için çoğu dersine 10-15 dakika geç kaldığını eklemeyi unutmaz. Aslında o mesai saatiyle yapılacak bir işin adamı değildir. Yazar olmasaydınız ne olmak isterdiniz sorusunu şöyle yanıtlar:

“Kahveci olmayı çok isterdim. Gene de istiyorum. Şöyle deniz kenarında sessiz bir kahvem olsun. Oraya kimbilir ne çeşit insanlar gelip gidecek, ben onları tanıyacak, seveceğim.”

Yazı işinden kazandığı paradan da çok memnun değildir Sait Faik.

“Hikayelerimi kitaplarda toplamak hoşuma gidiyor, hem de elime beş on para geçiyor. Evet devede kulak bile değil, ama ne olsa on formalık bir hikaye kitabına 100 lira kadar veriyorlar. Yüz lira bu, az para mı?”

Ama bu paralar kendisine bir türlü verilmez. O da yeni hikayeler yazmak için cebinden para harcayıp aylak gezmeyi sürdürür:

“Geçen gün bir hikaye yazdım. Şu hikayeye ne sarf ettim diye düşündüm. 14 lira harcamışım. Ben güç yazarım. Yazı yazmam için de biraz gezmem, insan görmem, bir yerden bir şeyler duymam lazım gelir.”

O daima kendi istediklerini yazar. Sipariş üzerine öykü yazmanın, yazarın düşüncesinin sınırlandırılması olduğunu savunur.

“Bir zamanlar Varlık’ta muntazaman hikayeler yazıyordum. Mevzularım hoşlarına gitmedi. Başka şeyler yazmamı söylediler. Ismarlama şeyler yazamıyorum, ayrıldım. Zaten verdikleri ne ? bir hikayeye beş, yedi buçuk, haydi bilemediniz 10 lira. Ayda dört hikaye yazacaksınız da bu zamanda kazancınızla geçineceksiniz.”         

Vedat Nedim Tör’ün çıkardığı Aile dergisine yazdığı öykülerden 25 lira kazanmaktadır. Bu para, o güne kadar kazandığı en iyi paradır. Bir gün Vedat Bey Sait Faik’ten daha farklı yazılar ister; “kendinizi aşacak hikayeler getirin” der. Sait Faik oraya yazmaktan da vazgeçer.

Sait Faik hem patronların siparişlerini yerine getirmeyi reddeder, hem de yazarın sınırlandırılmasını kabul etmez. İşçilerin sıkıntılarını anlatan genç bir yazarın öyküsünü hiçbir derginin basmadığından dert yanar. Şöyle der:
“O genç arkadaşım İngiltere’deki dergilerin bir hikayeye 100 sterlin verdiklerini yazıyor. Biz bundan vazgeçtik, bari gölge etmesinler.”

 ‘Türkiye’de bir yazar ne kadar para kazanmalıdır’ diye sorar bir gazeteci Sait Faik’e.

“Hiç olmazsa bir nahiye müdürü kadar” diye yanıtlar soruyu. Peki ya kazanamazsa ?

 Sait Faik yine yanıtlar: “Şoförlük, ayakkabı boyacılığı yapabilir. Yahut denizyollarında bilet toplayabilir.”

Yazdıklarıyla geçinemeyen yazarlar, bir de açılan davalarla uğraşır. Sait Faik başından geçen bir olayı anlatır:  

“Kestaneci Dostum diye bir öykü yazmıştım. Orada çocuğun mangalına tekme vuruluyordu. Ertesi gün polisten çağırdılar. Kestanecinin mangalına tekme vuranı sordular. Ben ne bilirim, hatırlayamadım ki. Belki bir bekçi vurmuştur dedim.”

Her iyi edebiyatta olduğu gibi Sait Faik de yaşadığı ülkenin durumunu, insanının ağzından anlatmıştır. O ve kahramanları çağının tanığıdır ve onun öykülerini okurken Türkiye’yi her haliyle öğreniriz. Onun bireysel kaygılar diye nitelenen dertleri aslında Türkiye’nin dertleridir. Onun balıkçısındaki endişe Türkiye’nin endişesidir. Onun bir yazar olarak yaşadığı geçim sıkıntısı Türk yazın dünyasının sıkıntısıdır. Sait Faik’in oturduğu meyhane, Türkiye’nin kurtarıldığı meyhanedir.

Sait Faik Türkiye’dir.