SAİT FAİK’TEN MİLLİ PİYANGO

(Bu yazı 20 Aralık 2018’de oggito.com’da yayımlanmıştır)

Her sene yılbaşı yaklaşırken tutulduğumuz Milli Piyango çılgınlığı Sait Faik’in öykülerinden birine konu olmuştur.

Her ne kadar öykünün başlığı başka da olsa (Francala mı, Ekmek mi ?) Sait Faik ilk kez 27 Nisan 1940’ta yayımlanan bu öyküsünde Milli Piyango bileti alan yoksulların taşıdığı umudu anlatmıştır.  

Kahramanımızın bilet aldığı yer, tıpkı şimdilerde Sirkeci’de bulunan Nimet Abla gişesinin yaptığı gibi ün yapmış bir gişedir : Üsküdar’da tütün ve gazete bayiliği yapan emekli asker Ahmet Recai Efendi’nin gişesi. Çanakkale Savaşı’nda kolunu kaybetmiş bir askerdir Recai Efendi. Üsküdar vapur iskelesine yürüme mesafesinde bulunan dükkanına zengin olmak isteyen her yaştan ve meslekten insan uğrar ve mutlaka bir Milli Piyango bileti satın alır.

Üsküdarlı bir fakirin bir piyango bileti edinmesinin ne kadar mühim bir mesele olduğunu bilmeyen bir adam pek İstanbullu sayılmaz. Hatta pek Türkiyeli bile sayılmaz” diye yazmış Sait Faik. Ona göre ‘fukaralık ayıp değil’ sözü bir teselliden ibarettir ve kendine teselli arayan binlerce fukara, Türkiye ile yaşadıkları ortak kaderden kurtulabilmek için Recai Efendi’nin dükkanı önünde sıraya girer. “Fukaralık bal gibi hem ayıp, hem günah hem de enayiliktir.”

Recai Efendi de tıpkı dükkanının önünde sıraya giren İstanbullular gibi zengin olma hayalindeymiş. Ama hiçbir zaman zengin olmamış. Üç beş kuruşla hem kendisi geçinmiş  hem de Üsküdar iskelesi civarındaki açlara yardım edilmesine vesile olmuş. Öyle ki üstadın yazdığına göre bütün parasını kumarda kaybetmiş bir çımacıya 29’luk rakıyı bedava sunarken, bir yılbaşı piyango biletini sevdiği bir gazete müvezziine bedava hediye edermiş.

Recai Efendi’nin küçük oğlu Hamdi’nin Çarpık Ahmet adında bir arkadaşı varmış. Bu Çarpık Ahmet de Recai Efendi’nin tüm çevresi gibi gazete dağıtıcısıymış.

Kimi kimsesi olmayan Ahmet iskelede yatar, iskelede kalkarmış. Çok çirkin ve çok kavgacı imiş.  

Yine üstad Sait Faik’in yazdığına göre Ahmet’in bütün düşüncesini bir gün birdenbire Milli Piyango hayali almış. Ya çıkarsa ?

Ne yapacaktır ya çıkarsa ?

Çıkarsa evvela üstündeki tüm paçavraları atacaktır. Üstündeki kıyafetlerden içine bıkkınlık çökmüştü. “Ah bir fiyakalı giyinebilsem” dermiş hep.

Ahmet’in ikinci derdi francala idi. Francala onun için müthiş bir şeydi. Kadın görmemiş bir erkek için kadın nasılsa, francala da Çarpık Ahmet’e aynı hissi verirmiş. Eline francala alacak kadar para geçtiği zaman bile francala almanın şımarıklık olduğunu düşünür gidip normal ekmek alırmış. Ya birisi önünü kesip “Ulan Ahmet para mı yiyorsun?” diye soracak olursa ?

Milli Piyango’dan büyük ikramiye çıkarsa ne yapacaktı Ahmet ?

Bir francalaya 10 kuruş verecekti. İçine de 5 kuruşluk kaşar peyniri koyduracaktı. Sonra üstüne lacivert bir takım elbise giyecekti. Geriye para kalır mıydı ?

Ulan enayi kalmaz olur mu ? Bütün İstanbul gazetecilerine lacivert kumaş alabilirdi artan para ile.

Derken piyango Çarpık Ahmet’e isabet etmiş.  

Ahmet bunun üzerine ne yapmış dersiniz ?

Sait Faik pek lezzetli anlatıyor.  

Soyunuyor Ahmet. Bir camii avlusunda çırılçıplak soyunuyor. Çırılçıplak kalıp şadırvan başına oturup düşünüyor: Ekmek mi alsam yoksa francala mı ? Sonrasında hastaneye kaldırıyorlar Ahmet’i. Büsbütün aklını kaçırmasın diye.

Sait Faik’in bu öyküsünün üzerinden 78 sene geçmiş.

Türkiye’nin insanları şimdi Üsküdar’daki Recai Efendi’nin tütün ve gazete bayii önünde değil, Sirkeci’deki Nimet Abla gişesi önünde Milli Piyango bileti almak için bekliyor.

Ve hala aynı sorunun yanıtını arıyorlar: “Ekmek mi alsak yoksa francala mı?”

Ve sanırım hala çıplaklar.