SÖZCÜKLERİN İKTİDARI, İKTİDARIN SÖZCÜKLERİ

(Bu yazı 3 Aralık 2020’de oggito.com’da yayımlanmıştır)

Dünya üzerindeki her devlet yurttaşlarını panoptik bir gözle izler ve denetler. Ülkeyi oluşturan resmi kurumlar, devletin görevlerini yerine getirirken eş zamanlı olarak denetim işlevini de yerine getirir. Güvenlik ve askerlik hizmetleri, yargı sistemi, vergi işlemleri, doğum ve nüfus kontrolü, nüfus sayımları ve tapu-kadastro işlemleri gibi pek çok işlem devlet aygıtlarının kontrol mekanizmaları arasındadır. Geri kalmış ülkelerin çoğunda enformasyon kavramı, gözetim kavramıyla aynı anlamı ifade eder. Böyle ülkeler bu kavramı ulusal güvenlik söylemiyle maskelerler. Yine bu tip ülkelerde siyasetçilerin en çok kullandığı cümle “birlik ve beraberliğimizi bozmayalım” öğütüdür.

Albert Huxley Cesur Yeni Dünya’da, insanların başına gelen kötü olayların, düşünmek yerine düşünmeyi neden bıraktıklarını bilmemelerinden kaynaklandığını anlatıyordu. Düşünmeye öncülük eden sözcüklerdir ve sözcüklere hükmedenler düşüncelere de hükmederler.

Bundan dolayıdır ki sözcüklere hükmeden tüm konuşmacılar, gazeteciler, yazarlar, şair ve filozoflar yönetimlerin yakın takibi altında tutulurlar. Düşünceden ve düşüncelerin ifade edilmesinden korkan tüm iktidarlar, kitaplardan da korkar. Tarih boyunca sıkça gördüğümüz gibi kütüphaneler yakılır, yazarlar hapsedilir veya sürgüne gönderilir. Sadece Türkiye için bir liste yapsak sayfalar tutar.

İktidarların sözcüklere ve yazarlara hükmetme hastalığı sözcüklerin zehirlenmesi anlamına da gelir. Alberto Manguel Bütün İnsanlar Yalancıdır romanında ülkesi Arjantin’de siyaset tarafından kendi bağlamlarından koparılan sözcüklerin artık kendilerine bile yalan söyler hale geldiğini anlatır. Sözcükler asıl anlamlarından çıkarılmış ve siyasi çıkarlar uğruna kirletilmiştir.

Soğuk savaş yıllarında sol görüşlü insanlar “kızıl” diye suçlanırdı. Mason olmak, liberal olmak, Kürt olmak, tarikatçı olmak, benzer gerekçelerle asıl anlamından çıkartılarak kullanıldı. On binlerce insan bu yüzden acı çekti, hapis yattı ve öldürüldü. Hatta Ermeni veya Yahudi olmak bir kusurmuş gibi kullanıldı ve bir nefret suçu olarak kayıtlara geçti.

Açıklığa ve şeffaflığa duyulan ihtiyaç internetin kullanım alanını genişlettiyse de devletten tamamen bağımsız bir alan yaratamadı. Yönetimin panoptik gözü internetle daha da genişlemiştir. Aynı zamanda iktidarlara yeni ve daha etkili bir gizlenme olanağı sunmuştur. Dünyada artık hem görünürlüğün hem de gizliliğin iktidarı vardır ve bu mutlaklık internetle mümkün olmuştur. İktidar seçkinleri, hükümetler, büyük şirketler ve askeri kurumlar, faaliyetlerin büyük bölümünü gizli tutabilme kabiliyetine ve hakkına sahiptirler ve bunu ulusal güvenlik adına üstelik yasaların ardına saklanarak yaparlar. Oysa vatandaşın sözcüklerden başka saklanacak yeri yoktur.

Görünen gerçek şu ki artık sözcükler bile vatandaşlar için bir sığınak olmaktan çıkmış durumdadır. İktidarlar kendi inançlarını devlet inancı, kendi ideolojilerini ulusal görüş olarak sunmaya gayet meyilli oldukları için, kendi sözcüklerini ulusal sözcükler olarak dayatmakta bir beis görmezler.

Bu noktadan sonra Suriye liderinin adı Esad’tan Esed’e, IŞİD terör örgütünün adı DAEŞ’e rahatlıkla dönüşebilir. Haber yapmanın adı “algı oluşturmak”, eleştirinin adı “hakaret”, istifa etmenin adı “affını istemek”, sokağa çıkma yasağının adı kısıtlama olmuştur. Artık medya için zam yerine “fiyat ayarlaması”, kara cuma yerine “bereketli cuma”, Alevi sorunu yerine “Alevi açılımı” deme zorunluluğu belirmiştir. Sadece susmak mecburiyeti değil, söyleme zorunluluğu vardır böyle ortamlarda.

Köprü, hastane ve üniversitelere konulan isimler de aynı anlayıştan nasibini alır.

Abdülhamid Han Hastanesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osmangazi Köprüsü, Kanuni Sondaj gemisi, Selçuklu petrol kuyusu gibi.

Avrupa’da Latincenin bilim dili olması, matbaanın 16.yüzyılda bulunup çoğalmasıyla giderek zayıflamıştır. Zamanla Latince kilisenin dili olmaktan da çıkar ve İncil tüm dillerde basılarak herkese ulaşır. Kilisenin dil üzerindeki egemenliğinin ortadan kalkması yani Latincenin kilise dili olmaktan uzaklaşması, laikliğin yerleşmesine yardımcı olan bir etki yaratmıştır. Sözcükler böylesine önemlidir.

Toplum mühendisliğine soyunan iktidarlar, ülke üzerindeki egemenliklerini, ellerindeki kitle iletişim araçlarıyla ve o araçların kullanmakla yükümlü olduğu  “resmi sözcüklerle” pekiştirmeye çalışırlar.

Bu duruma karşı çıkabilenler ise durumun farkında olan yurttaşlar, örgütlü birkaç kurum, muhalif basın ve siyasi partiler olacaktır. Örgütlü veya örgütsüz olsun, her biri ayrı ayrı karşı çıkabilme yeteneğine ve gücüne sahip olanlar ise hiç kuşkusuz aydınlar, yazarlar, gazeteciler ve düşünürlerdir.

Bazı sözcükler iktidara ait olsa da kurulacak özgür cümleler yazarlara ve onları okuyan insanlara aittir. İstediğimiz sözcükleri seçmekte serbestiz, istediğimiz cümleleri kurmakta özgürüz. Bu cümleleri dilediğimiz şekilde yayımlama ve söyleme özgürlüğüne sahip olamasak da, dilin bize sunduğu olanakları kullanarak ne demek istediğimizi anlatma yeteneğine sahibiz.

Bazı sözcükler egemenlere ait olsa da anlamlar herkesindir.