STEINBECK ve MARQUEZ’İN RUSYA GÜNLERİ

(Bu yazı Lacivert Dergisi’nin Ocak-Şubat 2023 sayısında yayımlanmıştır)

Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez Rusya’yı tanımlarken “burası tek bir Coca-Cola ilanının bulunmadığı 22 milyon 400 bin kilometrekarelik bir ülkedir” der. Stalin’in ölümünden hemen sonra çıktığı Doğu Avrupa yolculuğunda Rusya’ya da uğrar ve edindiği tüm izlenimleri Doğu Avrupa’da Yolculuk kitabında anlatır. [1]

Marquez’den kısa bir süre önce ünlü Amerikalı yazar John Steinbeck aldığı izinle Rusya’ya gitmiştir. İkinci Dünya Savaşı biteli iki yıl olmuştur ve Steinbeck ile yakın arkadaşı fotoğrafçı Robert Capa, Amerikan medyasında SSCB hakkında haber adı altında çıkan yazılardan bıkmıştır. Amaçları Rusları kendi gözleriyle görüp yazmak, fotoğraflamak, onların nasıl yaşadığını, ne yiyip içtiğini tarafsız bir gözle Amerikan halkına aktarmaktır. Yola çıkmadan önce duydukları önyargılı yorumlar bile bu yolculuğun ne kadar gerekli olduğunu kanıtlıyor gibidir. Binlerce insan akut Rus düşmanlığı hastalığına yakalanmıştı yani her türlü hakikati bir kenara fırlatarak sadece inanmak istediğine inanmak türünden bir hastalık. Aynı hastalığa Rusların da yakalandığına emindirler. [2]

Steinbeck ve Capa Rusya’ya gittiklerinde yıl 1947’dir. Büyük ve yıkıcı bir savaştan yeni çıkmış, milyonlarca insanını kaybetmiş bir ülkeye gittiklerinde gördükleri inanılmazdır. Başta başkent Moskova olmak üzere Sovyetler Birliği’nin tüm kentleri hala savaşın izlerini taşımaktadır. Tarlalar bile bombaların açtığı çukurlarla doludur. Caddeler geniş ama ıssızdır. Onları Rusya içinde bir yerden bir yere götüren uçaklar bile savaş sırasında Amerikan yardımıyla sahip oldukları C-47 uçaklarıdır. Hepsi savaştaki durumlarıyla hizmet vermektedir ve sadece gündüz uçabilmektedir.

Moskova’da iki çeşit lokantayla karşılaşırlar: Biri karneyle yemek verilen ve ücretleri oldukça makul karneli lokantalar. Diğeri ise aynı yemeklerin çok daha pahalı satıldığı ticari lokantalar. Sovyetler Birliği’ndeki her iş, her alışveriş devletin veya devlet tarafından yetkilendirilmiş tekellerin kontrolünde olduğu için devasa bir muhasebe sistemi olduğunu anlatır Steinbeck. Rusya sanki koskocaman bir saymanlık tarafından yönetilmektedir. Sokağın parasıyla devletin parası arasında büyük bir fark vardır. Resmi kura göre 1 dolarla 5 ruble alabilirken karaborsada yani sokakta 1 dolarla 50 ruble alabilmektedirler. Bu durumu herkes bilmektedir ama kimse bir şey yapmamaktadır. Kaldıkları otellerde para bozdurmak istediklerinde bile bunun doğru olmayacağını, dışarıda bozdurmalarının daha karlı olacağı söylenmektedir.

Otellerin her katında bir gözetmen durmaktadır. Telefonlar dinlenmektedir. Amerika’ya telefonla ulaşmak neredeyse mümkün değildir. Yabancıların hepsi sokakta izlenmektedir ve Moskova dışına çıkmak için izin almak zorundadırlar. Yine de Steinbeck ve fotoğrafçı Capa kendi ülkelerinde şeytanlaştırılmış Rusya’yı gezmeye, yazmaya ve fotoğraflamaya  çalışırlar.

Temas ettikleri insanlar onlara Amerika hakkında sorular sorarlar. ABD hükümeti çiftçilere destek oluyor mu ? Sokaklarda insanların açlıktan öldüğü doğru mu ? Amerika günün birinde SSCB’ye saldıracak mı ? Amerikan şehirlerinde insanlar nasıl yaşıyor ? Anlarlar ki kendi ülkelerindeki cahilliğin aynısı Rusya’da da var ve bu bilinçli cahillik düşmanlığın asıl nedenidir. Bununla birlikte Ukrayna’daki bir çiftlikte konuk oldukları Sovyet köylüsünün sorduğu zekice soruya yanıt vermekte zorlanırlar: “Amerikan halkının demokrasiye inandığını söylüyorsunuz. Buna inanıyoruz. Ama neden ABD hükümeti diktatörleri ve yozlaşmış monarşileri desteklemeye devam ediyor ?”

Steinbeck ve Capa Rusya’da gittikleri her şehirde mutlaka bir tiyatroya, bir müzeye ve galeriye rastlarlar. Sovyet halkının sanata verdiği önemden etkilenirler. Savaş ve yıkım nedeniyle halkın gözündeki fer sönmüş, neşesi yok olmuştur. Ama tiyatrolar ve galeriler hep açıktır. Ancak sanat ürünü diye ortaya konan eserlerin hepsi komünist ideolojiyi övmek ve devleti yüceltmeyi hedeflemek zorundadır. İdeolojik sansür hayatın üzerine bir örtü gibi örtülmüştür. Stalin sanatçıları “Rusya ruhunun mimarları” diye niteler ve yazdıkları her kitapta, çizdikleri her resimde Rusya’nın çıkarlarını gözetmelerini ister. Bu durumda ortaya sanat yerine bir devletin propaganda ürünleri çıkmaktadır.

Kontrol ve sansür her yerdedir. Çektikleri fotoğrafları banyo ettirmeden önce Ruslar hepsini tek tek görmek ister. Tam 4 bin fotoğrafı nasıl göstereceklerdir ? Steinbeck’in tuttuğu yüzlerce sayfalık notlara ne olacaktı ?

Steinbeck’ten birkaç sene sonra Rusya’ya giden Marquez’de de benzer tespitler görürüz.

Moskova’da tek düğmeli radyolar gördüğünden hayretle söz eder Kolombiyalı yazar:

“Nasıl ki radyoların tek bir düğmesi var, devletin malı olan gazeteler de tek bir dalga üzerinden yayın yapıyor. Onun adına da Pravda diyorlar. Haber duygusu son derece ilkel. Gazetedeki tüm haberler yönlendirilmiş ve üzerine yorum yapılmış. Avrupa’daki birkaç komünist partinin yayın organı haricinde yabancı hiçbir yayın yok. Marilyn Monroe’nun kim olduğunu bilen tek bir Sovyet vatandaşına rastlamadım.”

Tüm Sovyetler Birliği’nde kapalı bir rejim hüküm sürmektedir ve halkta bu rejimin sanrıları görülür. Genel görünüm derin bir yoksulluğu yansıtmaktadır. Yine de her Sovyet vatandaşı komünizmin geleceğine inanmaktadır ve çok yakında ülkelerinin dünyanın en müreffeh ülkesi olacağını söylemektedirler. Bu inanç tüm ülkeye yayılmış derin ve köklü bir inançtır. Rusya’ya savaşı kazandıran güç  komünizme duyulan sarsılmaz inançtır daha doğrusu Ruslar böyle düşünmektedir.

Adına komünizm denen tanrı ve parti adındaki din, Stalin ve Rusya ile tamamen birleşmiştir. Batılı güçler bu birlikteliği bölüp parçalamaya çalışmaktadır. Marquez şöyle yazıyor Stalin için:

“İnsanlar ülkenin her yerinde zamanın akışına bağlı olmayan bir varlık atfetmişler ona. Adı her yerde var. Moskova’daki bulvarlarda, telgraf ofisinde, kutup dairesindeki bir köyde, kamu binalarında, evlerin odalarında, rublenin üzerinde ve posta pullarında. Hatta yiyecek maddelerinin ambalajlarında bile Stalin var. Stalingrad’taki heykeli tam 70 metreydi ve heykelin her düğmesi yarım metre çapındaydı. Onun lehinde söylenebilecek söz aslında onun aleyhinde söylenebilecek sözlerin en kötüsü. SSCB’de Stalin tarafından yapılmamış hiçbir şey yok.”

Steinbeck ve fotoğrafçı Robert Capa sadece Rusya’ya gitmişti. Marquez diğer komünist ülkelere de gitti ve izlenimlerini yazdı. Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya’nın Rusya’dan farkını anlattı. Ama hepsinde mutsuz, renksiz ve karanlık yüzlü insanlar gördüğünü dile getirdi.

Her iki yazar da devletlerin resmi ideolojileri uğruna kendi uluslarını ne hale getirdiğini kendi gözleriyle gördüler ve anlattılar. O yıllara Steinbeck ve Marquez’in satırlarından bakmak insana derin bir düşünce ve muhakeme yeteneği veriyor.

İki ustayı bu gözle okumakta yarar var.


[1] Gabriel Garcia Marquez “Doğu Avrupa’da Yolculuk” Çeviren: İnci Kut Can Yayınları. 9.Basım. 2021

[2] John Steinbeck “Rusya Günlüğü” Çeviren: Deniz Keskin. İletişim Yayınları. 1.Baskı. 2022

1, “STEINBECK ve MARQUEZ’İN RUSYA GÜNLERİ” hakkında görüş bildirdi

  1. Bir devlet ideolojisinin dayatılması vasıtasıyla şekillendirilmeye çalışılan toplum modellerinin tarihteki başarısızlıkları bu kadar aşikarken, kimi günümüz iktidarları ve onların elitleri tarafından nafile bir şekilde takip edilmekte ısrar edilmesi ne büyük bir zaman kaybıdır.

Yorumlar kapalı.