SÜHEYL ÜNVER’İN DEFTERLERİ

(Bu yazı KADIKÖY Gazetesi’nin Aralık 2018 sayısında yayımlanmıştır)

Kendisini “Ben 1500 yıllık İstanbulluyum. Bin yıllık Hıristiyan, beş yüz yıllık Müslümanım” diye tarif eden bir adamdır Ahmet Süheyl Ünver.

Ordinaryüs Profesör olarak tıp alanında verdiği hizmetlerden çok, İstanbul’a verdiği hizmetlerle tarihteki yerini almıştır.

1898 İstanbul Haseki doğumlu olan Ünver, II.Abdülhamid döneminin Posta ve Telgraf Nezareti İstanbul Müdürü Mustafa Enver Bey’in oğludur.  Dedesi Mehmet Şevki Efendi’nin hattat olması onun sanatla iç içe bir ortamda büyümesini sağlamıştır. 1915’te İstanbul Tıp Fakültesi’ne girmesine rağmen hayatı boyunca tezhip, güzel yazı ve resim sanatlarıyla uğraşmış ve her birinde eserler üretmiştir.

Süheyl Ünver 1930’da akademisyen oldu ve Türkiye’de ilk kez “tıp tarihi” derslerinin başlamasına öncülük etti.

Fakültedeki çalışmalarının yanı sıra Türk süsleme sanatı hakkında seminerler vermekte ve eserler üretmekteydi. Türk resim tarihinin büyük ustalarından Hoca Ali Rıza ile tanıştı ve onun ölene dek sürecek İstanbul aşkı başladı.

Süheyl Ünver, Hoca Ali Rıza ile yaptığı gezilerde İstanbul’un kaybolmaya yüz tutmuş yerlerini onunla birlikte resimledi. Ünver zamanla Hoca Ali Rıza’nın öğrencisi değil en yakın dostu oldu ve ölümüne dek yanından hiç ayrılmadı.

Ünver ders yapılmayan günlerde resim defterini aldığı gibi soluğu hocasının yanında alıyordu. Tıp Fakültesi’nde hocaların hocası olan Ünver, Hoca Ali Rıza’nın yanında hevesli bir çıraktı.

Süheyl Ünver İstanbul’un tüm güzelliklerini tek tek belgeledi. Üsküdar’ın mezarlıklarını, Kadıköy’ün ağaçlarını, denizini, eski evleri ve sokakları çizdi. Başka bir gün Boğaz’ı, Çamlıca’yı, Kuzguncuk’u, Eyüp Sultan’ı, velhasıl tüm İstanbul’u kayda geçirdi. Onu bir ağacın dibinde, bir mezarlığın içinde, bir suyun kenarında resim yaparken görenler Tıp Fakültesi’nde hoca olduğuna inanmıyordu.

Bir gün Ahmet Hamdi Tanpınar ile tanıştı. Tıpkı Hoca Ali Rıza ile yaptığı gibi onunla olan dostluğunu da ilerletti. İkisinin aşkı ortaktı: İstanbul.

Ünver’in İstanbul’a olan düşkünlüğü Tanpınar’ı öylesine etkilemiştir ki yıllar sonra bir ortamda onu “mazinin sadık bekçisi” ilan etti.

Süheyl Ünver’in İstanbul gezileri 1970’li yıllardan itibaren haftalık ders gezilerine dönüştü. Ünver hocanın süsleme sanatları kurslarına devam eden öğrencilerinden Azade Akar, Emine Atabek, Tülay Tozanlı, Ayhan Pekşen bu gezilerin müdavimleriydi. Bu yanıyla Süheyl Ünver bugünkü “kültür turlarının” babası sayılır.

Ünver’in fırçasından çıkan suluboya ve karakalem çalışmalarının net sayısını bilemiyoruz. Ancak 500’ün üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

Bu çizimlerin yer aldığı defterler halen Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki Süheyl Ünver Arşivi’nde muhafaza ediliyor. İstanbul sevgisiyle dolu paha biçilemez bu arşiv Ünver hoca tarafından İstanbullulara emanet edilmiştir.

Ama hangi İstanbul’a ve hangi İstanbullulara ?

Daha 50’li yıllarda Süheyl Ünver hoca dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in İstanbul’da yaptıklarını gördüğünde en yakın öğrencilerine “ah çocuklar İstanbul sizlere ömür” diye dert yanmıştır. 31 Mart 1962’de kaleme aldığı “Çözüntüname” adlı eserinde kentin yok edilen değerlerine ağıtlar yakar. Özellikle tarihi yarımada ve Suriçi’nde yapılanlar onu derinden üzer. Şöyle der: “hem yeniyi kötü yapmışlar, hem de eski ruhunu yok etmişler.”

Süheyl Ünver’i 1986’da kaybettik.  Bugün yaşasaydı ve İstanbul’a yapılanları görseydi kimbilir ne derdi ?  

İstanbul’u eski haliyle yaşatamayanlar hiç olmazsa gerçek bir İstanbul sevdalısı Süheyl Ünver hocanın adını yaşatmak için bir şeyler yapabilirlerdi. Adını Ümraniye’de bir kütüphaneye vermekten başka bir şey yapmadılar.

Onun paha biçilemez defterlerini yayınlamak bakalım kimin aklına gelecek ?