TROYA SADECE TROYA DEĞİLDİR

(Bu yazı AKTÜEL ARKEOLOJİ Dergisi’nin Eylül-Ekim 2018 sayısında yayımlanmıştır).

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çanakkale Valiliği ve kentteki sivil toplum kuruluşlarının girişimi ve önerisiyle Troya’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmesinin 20’inci yılında  2018 yılını “Troya Yılı” ilan ederek doğru bir karar verdi.  Çok yakın bir zamanda tarihi milli park içinde bir de Troya Müzesi açılacak. Kazılara çok sayıda kamu ve özel sektör kuruluşu destek veriyor.

Hepimizin kitaplardan, söylencelerden, filmlerden ve günümüzde bile süren savaşından  bildiğimiz Truva, sadece antik kentten ve tahta attan ibaret değildir. Burası, doğu ile batının tokuştuğu, hesaplaştığı, sonucuyla Sultan Mehmed’i, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve günümüzde dahi uygarlıkları etkileyen tarihsel bir dönüm noktasıdır.

Troya sadece Troya değildir.

Bölgeyi görmek için Çanakkale’ye gidenlere günlerini biraz daha uzatacak, bilgilerini biraz daha geliştirecek önerilerim var.

Çanakkale şehir merkezinden daha güneye, Ezine’ye bağlı Dalyan köyüne doğru inmeniz gerekiyor. Bozcaada’ya geçmek için Geyikli’ye gidenler bu yolu bileceklerdir. Sizi orada bekleyen kent, ağaçların arasına saklanmış bir başka Troya kentidir: Aleksandreia Troas.

Burası öyle önemli bir kenttir ki Konstantinopolis (İstanbul) yerine Doğu Roma’ya başkentlik yapması için inşa edilmiştir. Burası öyle büyüktür ki sakinlerine hizmet vermesi için 30 km güneyine ikinci bir kent inşa edilmiştir. Ve burası öyle kutsaldır ki Hıristiyanlığın İsa’dan sonraki en büyük ismi olan Aziz Paul, misyonerlik gezilerine buradan başlamıştır.

Alexandreia Troas

Aleksandreia  Troas  “Troas’taki İskender yurdu” anlamına geliyor. Yaklaşık 3 km’lik alana yayılan bu ilkçağ kentinin harabeleri Ezine’ye bağlı Dalyan köyünün güneyinde, denize çok yakın bir konumda bulunuyor. Kenti MÖ 311’de Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos kurdu ve onun adına ithafen  Antigoneia denildi. MÖ 301 yılında kenti ele geçiren bir başka İskender komutanı Lysimakhos buraya Aleksandria Troas adını vermiş. En parlak zamanını Roma döneminde yaşayan kent, Doğu Roma’nın başkenti olarak planlanmıştı. Romalılar Troas’ta verimli topraklar ve sakin bir liman buldular ve geliştirdiler. İmparator Augustus dönemine denk düşen MÖ 12 yılında burada bir Roma kolonisi kuruldu. Ve belki de her şeyden önemlisi MS 50-51 ve 56-57 yıllarında Aziz Paulus Hıristiyanlığı yaymak için çıktığı gezilere buradan başladı. Bu kentin limanından gemiye binerek Makedonya’ya gitti ve insanlara yeni dini anlattı. Bugün Aziz Paul’ün gemisinin yanaştığı liman ve deniz tüm antik kentlerde olduğu gibi kent merkezinden uzakta kalmış. Ama Dalyan köyüne inip hep kıyıdaki lokantalarda yemek yiyebilir hem de kalp şeklindeki romantik gölü seyredebilirsiniz.

Aziz Paul üçüncü misyonerlik seyahati sonrasında da kente geldi ve burada 7 gün kalarak halkla sohbet etti. İmparator Hadrianus döneminde kent en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde önemli yapılar inşa edildi. Ancak MS 267’deki Got istilası kentin yakılıp yıkılmasına neden oldu. İmparator Konstantin MS 4’te kenti Roma’nın başkenti olarak düşünmüştü. Ancak antik limandan yapılan ticaretin eski canlılığında olmaması ve Got istilasının yarattığı korku, başkent olarak başka bir yerin seçilmesine neden oldu: Konstantinopolis.

Eğer Doğu Roma’nın yani Bizans’ın başkenti Aleksandreia Troas olsaydı tarih başka türlü yazılacaktı.

Konstantinopolis başkent olarak seçilince Aleksandreia Troas zamanla boşalmaya ve önemini yitirmeye başladı.

Aleksdraia Troas ne zaman tam olarak terk edildi bilinmiyor. Ama Bizans döneminde bile varlığını sürdürmüştür. MS 16 ve 17. yüzyılda kent bir taş ocağına dönüşmüş ve kentin taş blokları İstanbul’a taşınmıştır.  Bu taş bloklar Osmanlı döneminde inşa edilen bazı camilerin temellerinde kullanıldı. Topkapı Sarayı’nda bile buradan gitmiş iki sütunu hala görmeniz mümkün.

Alexandria Troas’ın en görkemli yapısı hiç kuşkusuz Herodes Atticus hamamı ve buna ait su kemerleri. Yapılardan ayakta kalan parçalarını gördüğünüzde ne kadar büyük bir hamam yapısıyla karşı karşıya olduğunuzu kestirebiliyorsunuz. Eğer 1810 yılındaki büyük deprem meydana gelmemiş olsaydı belki de hamamın tamamı ayakta olacaktı.

Hamam bloğunun üç tarafı koridorlarla çevrilidir. Merkezde yer alan kare planlı mekan kemerlerle çevrilidir. Tüm Roma hamamları gibi sıcaklık, soğukluk ve ılıklık kısımları vardır. 123 x 84 metre boyutlarıyla bu hamam Anadolu’nun en büyük hamam binasıydı. Yapım yılı olarak MS 135 tahmin edilmektedir. Hamamın 40 metre kadar güneyinde ise anıtsal çeşme Nymphaion vardır. Yapının ana cephesi denize dönüktür. 8 x 17 metre boyutlarında dikdörtgen plan içine yerleştirilmiş bir çeşmedir.

Roma hamamları yıkanma ve temizlenme işlevinin yanı sıra bugünkü cafeler gibi bir iletişim mekanıydı.  Tipik bir Roma hamamında sıcaklık, ılıklık ve soğukluk alanları vardır. Klasik bir Roma hamamında zemin altındaki boşluklarda geçen sıcak hava mekanın ısınmasını sağlar.

Simintheon

Aleksdraia Troas o kadar önemli bir kentti ki ona hizmet için kurulmuş başka kentler vardı. Hemen 30 km güneyindeki Apollon Simitheus kutsal alanı onlardan biriydi. Simintheon tapınağının buraya yapılmasının en önemli ikinci nedeni bölgenin doğal su kaynakları açısından zengin olmasıydı. Kehanet ağırlıklı olan Apollon Smintheus anlayışında su çok önemlidir. Tapınağın ilk inşa edildiği Hellenistik dönemde burada yer alan doğal su kaynaklarının nasıl kullanıldığını bilmiyoruz. Ama şehrin altından ve duvar diplerinden geçen kanallara ve borulara baktığımızda çok sağlam bir altyapı kurulduğunu hemen fark ediyoruz.

Buraya ibadet ve kehanet için gelen insanlar kutsal yoldan geçiyor ve büyük olasılıkla gemiden indikten sonra yürüyordu. Kentteki kutsal yoldaki büyük taş bloklarda  hiçbir araba tekerleği izine rastlanmamış olması bunu kanıtlıyor. Gelenler tapınağa girmeden önce hamama girip temizlenmek ve günahlarından arınmak zorundaydı. Hamamların kullanımına sunulmuş yedi adet su deposu vardı. En büyük depo bir numaralı olandı ve hamam soğuk su sağlıyordu. Diğer altı su deposu ise birbiriyle bağlantılıydı ve hem hamamı hem de kenti ısıtıyordu.

Symintheon’daki tüm bu su yolları kutsal alana gelen insanların temizlenmesi için yapılmıştır. Hamam yapılarında sırasıyla soyunmalık, soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve ateşlik bölümleri bulunur. Hamama gelen ziyaretçiler arındıktan sonra istedikleri bir odada dinlenirlerdi. Tüm hamamlar gibi burası da zemin altından geçen ve zemin dışında duvar içine yerleştirilen pişmiş toprak boruların yardımıyla ısıtılmıştır.

Hamamın batısında yer alan spor oyunları merkezinde ise spor oyunlarında birincilik kazanan 24 sporcu heykelinin bulunduğu kaideler vardır. Smihthea Pauleia adına düzenlenmiş spor oyunlarında güreş, pankreas ve okçuluk gibi dallarda yarışmalar yapılmıştır. Antik Yunanca yazılan yazılarda sporcular övülmektedir. Birinci olan sporcunun adı, ailesi, eğitmeni, hangi dalda yarıştığı, kaçıncı olduğu yazılmıştır. Mermer kaideler üzerindeki sporcu heykelleri bronzdan yapıldıkları için günümüze ulaşamamış.

Symihtheon’un tapınak binası olağanüstü bir mimariye sahiptir ve ünlü Anadolulu mimar Hermogenes’in etkisi göze çarpar. MÖ 150 civarında İon stilinde inşa edilmiştir. Ön ve arka cephesinin her birinde 8, her bir uzun kenarında 14, dört bir yanında ise toplam 44 sütunla çevrilidir. On sekiz metre yüksekliğindeki ön cephesiyle tapınak bugün de kente giren herkesi bir bakışta etkiliyor. Tapınaktaki kabartmalarda İlyada Destanı’nı anlatan mitolojik sahneler görebilirsiniz. Zaten Smintheus, tanrı Apollon’a İlyada Destanı’nda verilen bir ad ya da sıfattır. Azra Erhat Mitoloji Sözlüğü’nde, İlyada Destanı’nda adı geçen ama yeri henüz saptanamayan Khryse kentinin rahibinin, tutsak olan olan kızı Khryseis’i geri istemek için Akhaların Troya önündeki karargahına geldiğini ve tanrı Apollon’a şöyle yakardığını yazıyor:

Ey Khryse’yi, kutsal Killa’yı koruyan, gümüş yaylı

Tenedos’un güçlü kralı, Simintheus, dinle beni !

Bir gün sana yaraşır bir tapınak yaptıysam boğaların, keçilerin yağlı butlarını yaktıysam

Senin uğruna

Şu dileğimi tez elden yerine getiriver:

Göz yaşlarımın öcünü al oklarınla.

 

Metropolis

Bugün devasa bir çalışma var Metropolis antik kentinde. Torbalı’nın içinden geçerek ulaştığımız kent, kazı alanının büyüklüğüyle dikkat çekiyor. Hellenistik dönemde yapılmış tiyatroların en erken örneklerinden biri burada. Tamamen ana kayaya oyularak yapılmış tiyatro 4 bin kişilik. Bu tiyatroda gösterilerin yanı sıra sosyal ve dini törenler de yapılıyordu. 1990 yılından bu yana yapılan kazılar sonucunda sahne, oturma sıraları ve oyun alanı ortaya çıkartıldı. Soylular için konulmuş özel koltuklar sahnenin hemen önünde göze çarpıyor. 1995’te bulunan grifonlu soylu koltuğu İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Grifon, gücü temsil eden kartal başlı, aslan gövdeli mitolojik bir hayvan anlamına geliyor.

Her Roma kentinde olduğu gibi Metropolis’te de devasa bir hamam binası var. Ama önemli bir farkla: Metropolis antik kentinde soylular için düşünülmüş bir masaj salonu da vardı ve burayı Aleksandra Mirton adlı bir kadın işletiyordu.

Troya bölgesinin tarihle sarmalanmış yaşamsal zenginlikleri yazmakla bitmez. Bu topraklara ayak bastığınızda İsa’dan 2018 yıl sonra yaşadığınızı unutmak çok kolay oluyor. Güzel olan, bu toprakların ve taşların size bu büyüleyici zaman yolculuğunu yaşatıyor olması.

Troya bölgesini tam anlamıyla idrak edebilmek ve Troya’nın sadece Troya’dan ibaret olmadığını idrak edebilmek için bu toprakları bir kere daha düşünün.