DECAMERON BİZE NE ANLATIYOR ?

(Bu yazı 21 Eylül 2024’te oggito’da yayınlanmıştır)

Decameron, Giovanni Boccaccio tarafından yazılmıştır. 1348’de Avrupa’da büyük bir veba salgını olur. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348’de başlayıp, 1351’de bitirdiği Decameron’da salgın günlerinin Floransası’nı tüm dehşetiyle anlatır.

“Her gün binlerce kişi hastalanıyordu ve neredeyse istisnasız hepsi yardım alamadan, bakım yüzü görmeden ölüyordu. Çoğu sokak ortasında düşüp can veriyordu. Evlerinde can verenler cesetlerinden çıkan kokular nedeniyle öldükleri anlaşılıyordu ve etraf cesetlerle doluydu. Tek bir tabutta iki ya da üç kişinin taşındığı veya karı-kocanın, iki üç kardeşin, babayla oğulun aynı tabuta konduğu çok sık oluyordu.”

İşte Decameron bu korkunç veba tablosundan kaçmaya çalışan 10 gencin anlattığı öykülerden oluşur. Bu gençlerin yedisi kadın üçü erkektir. Kadınların adları Pampinea, Filomena, Lauretta, Emilia, Ellisa, Fieametta ve Neifile, erkeklerin adları  Panfilo, Filostrato ve Dioneo’dur.

Bu gençler, gülüp eğlenmek ve sohbet etmek amacıyla önce bir evde, sonra bir şatoda toplanır. Cuma ve Cumartesi günleri dışında her gün bir öykü anlatılır. Öykünün konusunu, o gün kim kral ya da kraliçe olduysa o belirler. Birinci ve dokuzuncu günde  herkes dilediği öyküyü anlatır. Böylece 10 günde 100 öykü anlatılmış olur.

Anlatılan öykülerde insanın mutlulukları, kadın erkek ilişkileri, aldatmalar, ihanetler, günlük olaylar vardır. Tüm kahramanlar İtalyandır. Aldatanlar kurnaz ve hazırcevap, aldatılanlar saf ve korkaktır. İnsana dair tüm zaaflar, tüm eksikleri Decameron’da buluruz. Bu özelliğiyle bu öyküler derlemesi Ortaçağ Avrupası’nda yazılmış ama tüm insanlığı anlatan evrensel bir eserdir. Anlatıcıların ağzından onların yediklerini, içtiklerini, giyim-kuşamlarını, hastalıklarını, sevinç ve mutluluklarını öğreniriz. Edebiyatın anlatma gücü bir tablo gibi karşımızdadır. Ortaçağ’ın sıradan insanları bir şatonun içinde bizimle konuşurlar.

Kilise Eleştirisi

Çok cesur bir yazardır Boccaccio. Ortaçağ’ın skolastik dünyasında menfaat peşinde koşan din adamlarını hiç korkmadan eleştirir. Din adamlarını cennete girmeye ihtiyaçları yokmuş gibi, öteki dünyanın sahipleriymiş gibi davranmakla suçlar. Birinci günün ikinci hikayesinde şöyle yazar:

“Bu sözleri duyduğu anda Jehannot’un başından aşağı kaynar sular döküldü ve tam da dinini değiştirecek zannederken verdiğim onca emek boşa gitti. Roma’ya gider de ruhban sınıfın rezil, aşağılık yaşamını görürse hayatta Yahudiliği bırakıp Hıristiyanlığa geçmez, hatta önceden Hıristiyanlığa geçmiş olsa gerisingeri Yahudiliğe döner diye kendi kendine söylenmeye başladı.”

Bu satırların Avrupa’da Yahudiliğin aşağılandığı hatta öldürüldüğü, Katolik Hıristiyanlığın dokunulmaz sayıldığı bir dönemde yazıldığını unutmayalım.

Boccaccio üçüncü günün ilk hikayesinde rahibelerle dolu bir manastırında olup bitenleri adeta gülerek anlatır.  Özetleyelim:

Masetto isimli bir genç sağır ve dilsiz taklidi yaparak genç rahibelerle dolu bir manastıra bahçıvan olarak girmeye çalışır. Amacı oradaki rahibelerle birlikte olmaktır. Manastırdaki genç rahibeler Masetto’nun oyununa kanarlar ve baş rahibenin onayıyla genç adam işe alınır. Masetto çok geçmeden manastırdaki tüm rahibelerle beraber olmaya başlar. Mutluluktan uçmaktadır. Ancak günün birinde baş rahibe olanları farkeder.  Önce çok kızar ancak sonra baş rahibe de Masetto ile beraber olmak ister. Ancak genç adam artık çok yorulmuştur ve baş rahibeye her şeyi itiraf eder. Sağır ve dilsiz olmadığını, manastıra kabul edilmek için numara yaptığını anlatır. Ancak Masetto manastırdan kovulmaz. Baş rahibe onu bahçıvanlıktan alıp kâhyalığa yükseltilir. Çünkü herkes hayatından memnundur. Masetto ömrünün sonuna kadar manastırda yaşar ve rahibelere hizmet ederek  çoluk çocuğa karışır.

Erotizm

Boccaccio’nun cesareti sadece din adamlarını ve kiliseyi eleştirmekten ibaret değildir. Decameron başlı başına erotik öykülerin anlatıldığı bir kitaptır. Yazıldığı zamana göre hayli müstehcen bile sayılabilir. İşte bir örnek:

“Don Felice kadının diri ve biçimli bedenine baka baka sonunda kadının en çok neyin hasretiyle kıvrandığını anladı ve Papaz Puccio’yu zahmetten kurtarmak için kendisinin bu hasreti dindirip dindiremeyeceğini düşünmeye başladı. Kaçamak bakışlarla kadını öyle çok süzdü ki sonunda içindeki ateşi kadının zihninde de tutuşturmayı başardı.”

Öykünün devamını da okuyalım:

“Papaz Puccio’nun çile doldurmak için seçtiği yerle keşişin kadınla vakit geçirdiği odayı incecik bir duvar ayırıyordu, bu nedenle keşişle kadının büyük bir pervasızlıkla tepişmeye daldıkları sırada Papaz Puccio’ya sanki evin döşemeleri zangırdıyormuş gibi geldi. Bunun üzerine Kutsal Babamız duasını yüzüncü kez okuduktan sonra ibadetine ara verdi ve yerinden hiç kıpırdamadan karısına seslenip ne yaptığını sordu. Çok muzip biri olan karısı bir yandan Aziz Benedikt’in eşeğe tünediği gibi at binerken ‘Ah aman kocacığım kıvrım kıvrım kıvranıyorum’ dedi.” (Üçüncü gün, Dördüncü Hikaye).

Bir sevişme sahnesi Ortaçağ’da bundan daha açık nasıl anlatılabilir ?

Giovanni Boccaccio (1313-1375) İtalyan dilinde düzyazının temelini atan adamdır. Yazı dili olarak Latince’nin kullanıldığı 14. yüzyıl İtalyası’nda, Boccaccio Decameron’u halk diliyle yani İtalyanca yazmış, böylelikle Dante’den sonra İtalyancanın gelişimine en büyük katkıyı yapmıştır. Boccaccio hümanizmi ve gerçekçiliğiyle Rönesans yazarlarını da etkilemiştir. Onun canlı, realist, alaycı ve zaman zaman mizahi üslubu, günümüz kent yaşamına ve insan ilişkilerine de uygundur.

Yunan kültürüne düşkün olan Boccaccio, eserine verdiği “Decameron” adını Yunancadan bulmuştur. Yunancada “deka”,  “on” demektir, “hemera” ise “gün” demektir. İki sözcüğün birleşmesinden türetilen Decameron, “on günlük olay” anlamına gelmektedir.

Yüz öykü anlatıldıktan ve kitap bittikten sonra Boccaccio “Yazarın Son Sözü”nde kendisi konuşur ve kitabı fazla açık sözlü olmakla eleştirecek olanlara şunları söyler :

“Aranızda hikayeleri yazarken benim fazla rahat davrandığımı, iffetli kadınların dinlemesinin yakışık almayacağı kimi hikayeleri kadınlara anlattırdığımı söyleyenler çıkacaktır. Fakat buna itirazım var, çünkü usturuplu sözcüklerle dile getirildikten sonra başkalarına anlatılamayacak kadar uygunsuz hiçbir şey yoktur ve bana kalırsa burada bunu başarıyla yerine getirdim. Hikayelerin içinde uygunsuz olanlar varsa bazılarının doğası böyle olmasını gerektirdiği içindir ve sağduyu sahibi birinin gözünden bakıldığında başka türlü anlatılması mümkün olmadığı için hikayelerin biçimine dokunmak istemediğim açıkça görülecektir.”

Her .büyük yazar gibi Boccaccio da çağının ötesindeki fikirleriyle günümüze  ışık tutuyor. Onun 1300’lü yıllarda yaratıcı düşünce, yazı ve edebiyat hakkındaki görüşlerine bugün bile  sahip olmayan çok sayıda insan olduğunu görüyoruz. “Yazının, öykünün doğası neyse onu yazarım. Dini ve ideolojik önyargılar beni ilgilendirmez” diyor. Engellemeye ve otosansüre daha o yıllarda karşı çıkıyor. Yapmış olmanın cesaretini yapmamış olmanın korkaklığına tercih ediyor.    

Decameron Türk okuru tarafından da sevilmiştir. Türkçedeki ilk baskısını 1954 yılında yapılan eser günümüzde de basılmaya ve okunmaya devam ediyor.

“Decameron”un Türkçe baskıları şunlardır:

1954    “Dekameron Boccaccio’dan Hikâyeler”. Çağlayan Yayınevi. Çeviren: A.Kahraman

1955    “Decameron Hikâyeleri”. Varlık Yayınları. Çeviren: Feridun Timur.          

1955    “Decameron”  İtimat Kitabevi. Çeviren: Sadi Irmak           

1984    “Decameron Hikâyeleri” Sosyal Yayınlar (2 cilt) Çeviren: F.Timur

1996    “Decameron”  Oğlak Yayıncılık. Çeviren: Rekin Teksoy (2 cilt)

2019    “Decameron”  Alfa Yayınları.  Çeviren: Nevin Yeni

Sinemada Decameron

İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini, Decameron’u 1971 yılında sinemaya uyarlamıştı. Kitaptaki 100 öyküden  dokuzunu  filmine aktaran Pasolini, kendisine de filmde bir rol vermişti. Filmi yakın zamanda ben de izledim. Tanınmış bir oyuncu yoktu. Öykülerin geçtiği İtalyan köylerinde sıradan köylüler tarafından canlandırılmış sahneler gibiydi. Bu açıdan bir mizah filmi olarak da izlenebilir Pasolini’nin filmi.

Netflix dijital platformunda gösterilen Decameron dizisi ise ana temaya bağlı kalınmakla birlikte Decameron’un yeni ve farklı bir versiyonu sayılabilir. Ben onu da izledim ve doğrusu pek sevmedim.

Öneri

Bazen bize sorarlar ‘ben iyi bir öykücü olmak istiyorum, ne yapmalıyım’, ‘ne okumalıyım’ diye.

Ben bir öykü yazarı değilim ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Decameron’u okumayan bir kişi yazar olamaz.

Öykücü hiç olamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir