BİR BİENAL KAÇA MALOLUR ?

Bir belediye başkanına ya da sanatsal etkinliklere destek vermeye niyetli bir kamu kuruluşunun yetkilisine bienalden söz ettiğinizde size iki şey soracaktır. Bunlardan ilki ve en kaçınılmaz olanı: “Bienal nedir ?

İkincisi ise can alıcı sorudur: “Kaça malolur ?

Türkiye bienallerle 1987 yılında İstanbul Bienali ile tanıştı. İlk bienalden bu yana geçen sürede başka kentlerde başka bienaller de yapılmaya başlandı ve bunlardan bazıları başarılı sergi ve gösterimler sundular. Tüm bienalleri yerinde izlemeye çalışan bir yazar olarak Sinop, Mardin ve Çanakkale Bienalleri’nin (sahip oldukları üstün coğrafi ve kültürel konumların da sayesinde) evrensel sanata gayet yakın işler sunduğunu söyleyebilirim. Umarım devamı gelir ve yıllar geçtikçe daha da kurumsallaşırlar.

Türkiye’nin yeni bienallere ihtiyacı var mı ? Evet var. Çünkü Türkiye’nin daha fazla kültüre ve sanata ihtiyacı var. Bienaller salt bir resim sergisi yahut bir performans gösterisinden öte, bir tema etrafında toplanan, düzenlendiği ülkenin sosyo-politik ve ekonomik durumuna ilişkin çok şey söyleyebilen (söylemek isteyen) birer kültür-sanat platformlarıdır. Yakın geçmişte Çanakkale Bienali’nin sığ siyasi yaklaşımlara kurban edildiğini ve gerici baskılarla engellendiğini anımsatmak isterim. Bu siyasi engel, Türkiye’nin sansür halkasına eklenen bir leke olarak tarihe geçti. Aynı gerici baskı yıllar önce Mardin’de de hortlamış ve “bienalde çocuklara şarap içiriliyor” diyerek açılış gecesi hedef haline getirilmişti.

Türkiye sadece Selçuklu-Osmanlı geçmişinden ibaret değil. Anadolu halkları Sümerleri, Asur Devleti’ni, Hitit Uygarlığı’nı, Artukluları, Roma’yı, Bizans İmparatorluğu’nu miras edinmiş bir ulusun devamı sayılır. Sırf bu yüzden bile bienaller geniş kültürel temel üzerine oturtulan gerçek bir uluslar ve kültürler arası bir düzlemde ele alınabilir. Kapadokya, Halikarnas, Efes gibi antik bölgelerde düzenlenebileceği gibi, Karadeniz’de, Orta ve Güneydoğu Anadolu’nun başka yerlerinde yeni bienaller yapılabilir.

MALİYETLER YÜKSEK

Ama bu noktada en önemli sorun karşımıza çıkıyor: Para.

Sanatçıların ve özellikle küratörlerin aşması gereken en önemli engel işte bu. Bienal düzenlemek isteyenlerin hem bienalin ne olduğunu bağışçılara (belediyelere, kamu kurumlarına ve çoğu kez özel sektöre bile) anlatması ve para bulması gerekiyor. Üstelik organizasyonun uluslararası ayağı varsa kuşkusuz maliyetler daha da artıyor. Sanatçılara ödenecek miktarlar ve  onların ülkeye getirilmesi için gereken uçak biletleri, eserlerin taşınması için kargo masrafı, mekan kiraları, küratörlerin ve yazarların ücretleri, bienal öncesinde çalıştırılması zorunlu grafiker, elektrikçi, bilgi işlemci gibi personelin paraları, bienal sırasında sergi alanında görevlendirilecek elemanlar, bastırılması gereken broşürler, yayınlar, ajans ücreti, açılış daveti ve yemek giderleri..

Tüm bunları profesyonelce yaptırır ve rakamları toplarsanız karşılaşacağınız tutar 150 bin lirayı geçer. Daha mı fazlası ? Elbette.. Harcamanın üst limiti yoktur.

MARDİN İÇİN PARA TOPLANDI

Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen Uluslararası Mardin Bienali yeni bir şey denedi.

Bütçe sıkışıklığını aşmak ve maliyetleri karşılayabilmek için halktan para topladı. Resmi internet sitesinde verilen bilgiye göre bienal için 161 kişi bağış yaptı. Toplanan rakam ise 85 bin 600 lira. Ancak bu paranın nereye harcandığını, kimlere veya hangi masraflara gittiğini bilmiyoruz. Sitede bununla ilgili herhangi bir bilgi mevcut değil.

Kuşkusuz amacım bunu sorgulamak değil.

Ele aldığımız konu bienallerin bir kültür-sanat platformu olarak gerekliliği ve bunların finanse edilmesi sorunu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sadece bienallere bakan bir şubesi yok. Bienallerle ilgili özel bir çalışma yapıldığını da şimdiye kadar duymadım. Ama bienalleri evrensel, laik ve modern kültür insanlarının ‘tekelinden’ alıp kendi bienalini düzenleme adına hükümet kanadının harekete geçtiğini ve Yeditepe adında alternatif bir bienal düzenlediğini biliyoruz. Eminim Kültür Bakanlığı bunun için yönlendirilmiştir. Sponsor listesine bakıldığında  bunu net bir şekilde görebiliyoruz.

Tamamen sivil toplumun inisiyatifiyle düzenlenmesi gereken ve bağımsız olması gereken bienallerin devlet-hükümet eliyle ve emir-komuta zinciriyle yapılmaya çalışılması zaten en baştan o etkinliği bir bienal olmaktan çıkarıyor. Çünkü bienaller -tüm kültür eylemleri- gibi özgürlük ve bağımsızlık temelinde kendini ifade etmek ister. İdeolojik kaygılarla ve zorunlu desteklerle yapılan hiçbir hareketin evrensel sanat dünyasında yeri olamaz.

Başta Mardin olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde sanatçılar sponsor arayarak, para toplayarak güçlükle bienal düzenlerken, hükümetin emriyle toplanan paralarla, belediyelerin sağladığı mekanlarla bolluk içinde sözde bienaller düzenlenmesi insanın içini acıtıyor. Bu durum bana amatör futbol takımlarının yokluktan kırılırken, taraftarı olmayan belediye takımlarının bolluk içinde antrenman yapmasını anımsatıyor.

Bir bienal pahalıdır. Ama o bienalin sosyo-kültürel alana, düşünce ve ifade özgürlüğüne  yaptığı büyük katkıyı, düzenlendiği şehre getirdiği turizm ve ulaşım gelirini, yeni insanların sağladığı potansiyel ilişki ağını düşündüğümüzde iki yılda bir sağlanacak böyle bir trafik için harcanan tüm para helaldir !

Açılışta şarap içsek bile.