YAŞAR KEMAL’İN TOPRAKLARINDA

Size Yaşar Kemal’in topraklarından sesleniyorum: Çukurova’dan. Onun Çukurovası öyle bir yerdir ki ucu bucağı olmayan bir sonsuzluktur. Bir okyanus gibi bitimsizdir. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Fransuva Mitterand  “Yaşar Kemal’i okurken okyanusu düşlüyorum” demiştir. Her yazar gibi Yaşar Kemal de kendi yurdunu, kendi insanını yazmıştır. Tolstoy’un da, Stendhal’in de, Jack London’ın da, Virginia Wolf’ün de bir Çukurovası vardır.

Yaşar Kemal romanlarında uzun uzun buranın köylerini, doğasını, ormanlarını betimler. İnce Memed’in ikinci kitabında şöyle anlatır yurdunu:

“Anavarza ovasının güneyinden Ceyhan ırmağı geçer. Irmak Hemite dağından Anavarza kayalıklarına kadar öyle büyük kıvrıntılar yapmadan düz iner. Bazı yerlerde sular toprağı derinden oymuştur. Altı oyulmuş toprak zaman zaman büyük gümbürtülerle suyun üstüne çöker. Bazı yerlerde kılıçla kesilmişçesine suya inen dik yarlar, çöküntülerden dolayı diş diş olur, ırmağın kıyılarında küçük, kumlu koycuklar yapar. Bazı yerlerde de ırmak ovaya çakıl taşlarını sererek, geniş, yayılır. Buralarda sığ suyun aydınlık dibinden binlerce iri sazan balığı ışığa batmış, ardı ardına tirkenmiş, oradan oraya dalgalanarak kayar. Bir de ırmağın kıyılarında, küçük sazlık vardır. Sazlıklarda çok iri yeşil kurbağalar, bulut rengi, uzun boyunlu balıkçıllar dolaşırlar.”

İnce Memed’in ikinci kitabı 1969 yılında basılmıştı. O yıllardan geriye Çukurova’da balıkçı kuşları, büyük yeşil kurbağalar kaldı mı acaba ? Büyük usta hem yazılarında hem söyleşilerinde ormanların, doğanın korunması gerektiğini defalarca söylemiş durmuştur. Ormanların yok edebilecek bir yasa teklifine tüm ulusun, yazarların, aydınların karşı çıkmasını istemişti 1967 yılında yazdığı bir yazıda. Ormanları yazdığı kadar  çiçekleri, kuşları, böcekleri, türlü bitkileri hatta dikenleri bile yazmıştır. Döngele dikani Dağın Öte Yüzü romanının girişinde gösterir kendini. Öyle bir dikendir ki bu pamuk zamanının geldiğini döngeleden anlarız. Döngelenin kökü kuruduysa, topraktan ayrıldıysa Çukurova’da pamuk hasadının zamanı gelmiş demektir. Üstad bugün yaşasaydı ve kıtır kıtır kesilen ormanları, hunharca yatağı değiştirilen ırmakları, nesli tükenen hayvanları görseydi, iklim kriziyle birlikte yazların kış, kışların yaz olduğunu görseydi kim bilir ne düşünür, neler neler yazardı ?

Onun romanları Çukurova köyleriyle doludur. Çıkçıklar, Karatepe, Narlıkışla, Dedefakı, Tozlu, Aşağıçiyanlı, Kümbet, Amberinarkı, Azaplı, Değirmenoluk, Dikenlidüzü ve kendi köyü olan Hemite köyü.

Kitaplarının başrolünde de bu köylerdeki insanlar, insancıklar vardır. Kiminin yüreği dünya kadar, kimi hesapçı, işbirlikçi, yalancı, kimi ise kendi halinde, sessiz. Savrun çayına iner İnce Memed’in atı bazen. Bazen Anavarza kayalıklarından geçer. Sonra bakarsınız ki İnce Memed’ten haber alınamaz, imi-timi belirsiz olur.

Yaşar Kemal’in köyü Hemite’nin girişinde, iki eliyle kayalıkların arasından doğrulan genç bir adamın heykeli var. Önünden akıp giden Ceyhan’a ve ovaya bakıyor. Yarı beline dek çıplak. Evet, İnce Memed’tir bu, Yaşar Kemal’in tüm dünyaya tanıttığı çocuk bakışlı eşkıya. Ağa zulmüne, haksızlığa başkaldırmış, yoksulun, köylünün hakkını aramış ve bir roman kahramanı olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmüş olan İnce Memed. Romanın, yazının, kalemin gücüdür işte bu. Burada, Çukurova’nın köyünde bir yazarın dirilttiği Memed’in adını dünyanın her yanındaki okurlar biliyor. Paris biliyor, New York biliyor, Sydney, Melbourne biliyor, Yeni Delhi biliyor, Londra biliyor.

Hemite’nin köylüleri ile konuştuğunuzda Yaşar Kemal’in köye geldiğinde neler yaptığını öğrenebilirsiniz. Çocukken ne yapıyorsa onu yapıyormuş. Gittiği köylere gidermiş, ağaçların altına otururmuş, hangi taşa oturmuşsa varıp yine o taşın üstüne otururmuş.

Hemite’nin sırtını dayadığı tepenin üstünde köyün adını aldığı Hamit Dede’nin mezarı vardır, gidip o mezara sırtını dayayıp otururmuş. Üç top ağacın altındaki kaynayan suya bakar dururmuş.

‘Binboğalar Efsanesi’nin son bölümünde bunu anlatır büyük usta. Şöyle yazar: “Burada bir ermiş kişi yatar tek başına” diye yazar Yaşar Kemal o romanda: “Ne kerameti, ne iyiliği, ne kötülüğü, ne de bir efsanesi vardır Hamit Dede’nin. Orada, dağın doruğunun ortasında, ulu kesme ağaçların altında rahat, kaygısız yatar durur.”

Anadolu’daki her ermiş gibi Hamit Dede’nin de bir kerameti, bir efsanesi olduğunu. Bu Hamit Dede köyün çobanıymış. Bir gün sürüyü dağda otlatırken bir koyun kaçıp kaybolmuş. Hamit dede çok kızmış. “Taş olasınız!” diye lanet okumuş. Bunun üzerine taş kesilmiş koyunlar. Ay ışığında bakılınca koyun gibi taşlar seçilirmiş.

Bu topraklara Lokman Hekim gelmiş, Çukurova’nın eşi benzeri olmayan çiçeklerinden ilaç yapmış. Ölümsüz olabilmek için. Her derdin ilacını bulmuş, ölümün ilacını bulamamış. Bu Lokman Hekim dedikleri, MS birinci yüzyılda Anazarbos’ta (bugünkü adıyla Anavarza) yaşamış,  Yaşar Kemal pek çok eserinde bahseder  Lokman Hekim’den. Yaşar Kemal, Lokman Hekim’in efsanesi gibi, doğduğu köye adını veren Hamit Dede’nin türbesini Binboğalar Efsanesi’nde anlatmadan geçmez. Der ki:  “Bazı günler top ağaçları bulutları örter, işte o zaman dağın üstünde ikinci bir doruk gibi duran top ağaçlar gözükmez olur. Hamit Dede’nin türbesinin çevresi nergisliktir. Kaya nergisleri koyu, baş döndürücü kokarlar.”

Sadece köyünü değil silme Çukurova’yı da anlatır Yaşar Kemal. İnce Memed’ten bir bölüm daha okuyalım:

“Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdenizin üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık.”

Yaşar Kemal’in kaleminden dökülen herkes yaşıyor. Sanır mısınız ki bunlar uydurmadır ? Hayal edilen her şey gerçektir. Edebiyatın tüm kişileri artık yaşamaktadır. Memed, Ali Safa, Koca Halil, Öksüz Duran, Kara Veli, Taşbaşoğlu, Uzun Ali, Elif, Meryemce, Delice Bekir, Asım Çavuş, Hürü Ana, Arif Saim Bey ve diğerleri… Herkes hala hayattadır. Çünkü ölümsüz olmuşlardır.

Tıpkı Yaşar Kemal gibi.