BİR KİTAP: “SAÇMANIN İKTİDARI”

(Bu yazı 23 Ekim 2021 tarihinde LENTO dergisinde yayımlanmıştır)

Ahmet Talimciler’in spor sosyolojisi ve futbol fanatizmiyle ilgili yazdığı yazıları ve kitapları meraklıları iyi bilir. Yıllardır Türkiye’de bir spor kültürünün oluşması için çaba gösteren aydınlarımızdan biri olan Talimciler, bir sosyoloji profesörü olarak Türkiye’nin güncel gerçeklerinden bigane olmadığını T24’e yazdığı yazılarla zaten gösteriyordu.  

Ahmet Talimciler’in yeni bir kitabı var elimizde: Saçmanın İktidarı. Ekranlarla Sınırlı Kalmıyor Hayatlarımız da Dönüşüyor. [1]

Adından da anlaşılacağı üzere bu kitabında Talimciler, medyanın hayatımızı nasıl etkilediğini, otoriterliğe meydan okumak yerine nasıl yol verdiğini, ekranlarla sınırlı kalmayıp sıradan insanların hayatını nasıl olumsuz biçimde dönüştürdüğünü anlatıyor.

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde ağırlıklı olarak medyanın Türk insanının hayatını nasıl etkilediği, mahremiyetimizi kendi ellerimizle adına medya denen iletişim aygıtlarına nasıl teslim ettiğimizi okuyoruz. Kitabın ikinci bölümü ise özel ve ulusal günlere ayrılmış. Babalar günü, kadınlar ve anneler günü, sevgililer günü gibi günlerin nasıl kutlandığını yahut kutlanamayıp bir ötekileştirme aracına dönüştürüldüğünü, ulusal günlerde bile bir milli birliğin sağlanamadığını öğreniyoruz Ahmet Talimciler’in kaleminden. Küresel ekonomik dinamiklerin bazı özel günleri (örneğin Sevgililer Günü) nasıl bir tüketim gününe dönüştürdüğünü ve ardından bu günlerin kutlanması üzerinden birkaç parçaya bölünen toplumların neye benzediğini anlıyoruz. Yazar, akademisyen kimliğiyle şu tespiti yapıyor:  “Kapitalizmi zaman içinde diğer üretim biçimlerinden ayıran en büyük özelliği hiç kuşkusuz onun sadece üretimle değil üretimden çok tüketim üzerinden kitlelerle buluşabilme potansiyeline sahip olmasıdır.” [2]

Her şeyi ekonomik yönüyle açıklamaya kalkışmak doğru olmaz.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gibi ulusal günleri eskiden stadyumlara doluşarak, trafiğe kapatılmış caddelerden resmi geçit yapan askerleri izleyerek ve akşamları radyo ve televizyonlar için yapılmış özel programları dinleyerek kutlardık. İnce kesilmiş ağaç çubuğunu elime alıp salladığım kağıttan Türk bayrağını ve Halit Kıvanç’ın tadına doyulmaz sunumuyla ekranlarda izlediğim Macar, İtalyan, Rus ya da Fransız çocuklarının TRT’de canlı olarak yayımlanan gösterilerini dünmüş gibi anımsarım. Hepimiz için özel ve güzel günlerdi. Ya şimdi ?

Ahmet Talimciler kitabın büyük bölümünde medyayı anlatıyor. Yoğun ve akışkan bilgi bombardımanı altında insanın nasıl da “belleksiz” hale geldiğini, medya aracılığıyla tanıdığımızı sandığımız insan sayısının gündelik hayatta tanıdıklarımızdan daha fazla olduğunu, hafızanın yerini imajların aldığını aktarıyor. Devletin sahip olduğu kitle iletişim araçlarının yönlendirmesi sayesinde sözcüklerin sahip olduğu anlamlar bile değişebilmektedir. Eleştirme hakkı hakaret olarak yansıtılıyor. Haber yapmanın adı algı operasyonu, ifade özgürlüğünü savunmak üst aklın savunulması, doğayı savunmak ise dış güçlerin operasyonu oldu. Demokratik bir hukuk devletinin ortaya koyduğu tüm sivil toplum faaliyetlerine Türkiye’de iktidarın gözleriyle yani kuşkuyla bakılıyor. Talimciler’in deyişiyle bilginin, öğrenmenin emek vermenin yerini kısa yoldan bir yerlere ulaşma gayreti almakta ve bu arada özellikle okuyanlar tehlikeli olarak gösterilmektedir. Saçmanın gerçeklik yerine kullanıldığı bir ortamda sadece akıldışılık normalleştirilmez aynı zamanda anti demokratik bir takım düşünceler, ırk ayrımını içeren görüşler, ataerkil (ve İslamcı) ideolojiyi besleyen unsurlar hayat bulurlar. İktidarlar tüm bunları kontrol altında tuttukları medya ile kolay ve sıkıntısız bir şekilde gerçekleştirebilirler.[3]  

Sadece konvansiyonel medyaya değil internetin hayatımıza girmesinden itibaren sürekli büyüyen dijital medyaya ve sosyal medyanın ulaştığı güce de değiniyor Ahmet Talimciler.

Gösterme ve görünme iştahıyla kendi mahremiyetimizi kendi ellerimizle ortadan kaldırdığımızı kaydeden yazar, sosyal medyanın hangi oranda tercih edildiğini rakamlarla ortaya koyarken şu saptamayı yapıyor: Sosyal medya kontrol işlevine yükselmiş durumda olsa da haber alma ve gerçekten neler yaşandığına ilişkin bize istediklerimizi verebilme gücüne sahip bulunmamaktadır. Ülke olarak bir anlamda öğrenme özgürlüğümüzü yok etmiş oluyoruz ve bundan sonra yaşayacaklarımız konusundaki belirsizlik çok daha yıkıcı olacak gibi duruyor. Gündelik hayatımız, siyasal yaklaşımlarımız ve hepsinden önemlisi hukuk alanı bile sosyal medya üzerinden yeniden biçimlendirildiği bir döneme doğru koşar adım yol alıyoruz. [4]

Bir iletişimci olarak Talimciler’e katılmamanın mümkün olmadığını söylemeliyim. Üstelik daha ileri giderek bu sürecin içine çoktan girdiğimizi belirtmemekte yarar var.

Peki daha fazlası olabilir mi ? Türkiye iletişim ve medya alanında uygar dünyanın geçirdiği safhalardan daha farklı bir yola girebilir mi ?

Korkarım bu soruya da evet yanıtı vermeliyiz. Hem bu ülkenin dinamiklerinin Batı’dan farklı olması nedeniyle hem de içinde hukuk ve demokrasinin az bulunduğu toplumsal alışkanlıkların farklılıkları nedeniyle. Romalı ozan Terentius’un sözünü anımsatıyor Ahmet Talimciler: “Ben bir insanım ve insana ait hiçbir şey bana yabancı değildir.”

Bu sözü Türkiye’ye uyarlayıp şöyle bitirebiliriz belki: “Biz bir Türküz ve Türkiye’ye dair hiçbir şey bize yabancı değildir.”

Ahmet Talimciler’in kitabını okuyun lütfen.  


[1] Ahmet Talimciler. “Saçmanın İktidarı. Ekranlarla Sınırlı Kalmıyor Hayatlarımız da Dönüşüyor” Sakin Kitap. İzmir. Eylül 2021

[2] Age. s.301

[3] Age. s.18

[4] Age. s.67