DÜZENE MEYDAN OKUMAK

(Bu yazı 12 Eylül 2021’de oggito.com’da yayımlanmıştır)

Aydın olmak düzene meydan okumanın gereği midir değil midir ? Ülkesinin içinde bulunduğu kötü durumdan kaygılanmayan ve gördükleri karşısında sessiz kalan bir kişi aydın mıdır değil midir ?  Uygarlığın başladığı günden beri, daha erdemli, daha vicdanlı, daha özgür bir hayatı savunanlara sorulan sorulardır bunlar.

Aristo filozofların yönettiği bir devlet hayal ediyordu. Sokrates ise sorduğu sorular yüzünden idam edildi. Galilei düzenle uzlaştığı için mutlak bir idamdan kurtulmuştu ama Bruno düzene meydan okudu ve yakılarak idam edildi.

Hiç kuşku yok ki yazın tarihi düzene meydan okuyan binlerce aydının, filozofun, yazarın ve gazetecinin öyküsüyle doludur. Sadece Türkiye’de yasak edilmiş, sürülmüş veya öldürülmüş yazarların kitaplarıyla bir kütüphane kurulabilir. Hepsi evrensel doğruları savundukları için padişaha, krala, iktidara, diktatöre, genel anlamda düzene meydan okumuşlar ve tarihe bu şekilde geçmişlerdir.

İngiliz aydınlanmasının önemli isimlerinden Thomas More onlardan biridir. Kralın yakın arkadaşı ve danışmanı olduğu için önceleri düzenin adamıdır More. Ama kralın giderek artan keyfiliği ve umursamaz benmerkezcilik onu bile isyan ettirir. Her söylenene evet diyerek ömrünün sonuna dek rahat bir hayat geçirebilecekken itirazlarını sürdürür. Kralın değil hukukun üstünlüğünü savunur. Sonunda gözden düşer ve idam edilir.

Bir başka İngiliz Daniel Defoe da krala meydan okuyanlardandır. İki kez Newgate Hapishanesi’ne atılmasına rağmen uslanmaz. İnadından vazgeçmeyince boyunduruğa vurulur ve Londra sokaklarında ibret-i alem olsun diye dolaştırılır. Gazeteci kimliğiyle İskoçya’ya gönderilmeyi kabul edince düzenle uzlaşmış gibi görünür ve oradan raporlar yazar. Uzak bir adada mahsur kalmış Alexander Selkirk adlı bir denizcinin öyküsünü kaleme alıp hayatının akışını değiştirecektir.     

Soğuk Savaş yılları aydınların en çok sınandığı dönemdir.

Sovyet Rusya’nın başını çektiği sosyalizm, dünya halklarını olduğu kadar aydınları ve yazarları da etkilemiştir. Karl Marx sosyalist düzenin, ancak kapitalizmin doruğundayken ulaşılabileceğini savunmuştu. Oysa komünist devrim en olmayacak topraklarda yani Rusya’da gerçekleşti. Günümüzde artık yaşamıyor olmasının nedeni belki de budur.

Ama komünist ideolojinin yükselişte olduğu yıllarda onlarca yazar kitap ve romanlarında emekçileri, işçilerin yönettiği bir dünyanın hayalini yazmıştır. Jack London’ın romanları SSCB’de çoğu Batılı yazarın aksine yasaklı değildi ve onun komünist olmakla suçlanmasına neden olacak kadar çok satıyordu.

H.G. Wells bir bilim kurgu yazarı olmasına rağmen kaleme aldığı İnsan Hakları kitabıyla bugün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin temelini oluşturan bir esere imza atmış ve dünyanın düzenine başkaldırmıştı. Wells 1920’de Bolşevik devrimin lideri Lenin ile röportaj yapmış ve Gölgelerdeki Rusya adıyla kaleme almıştı. Ona sorular sorarken kendisi de Lenin’in sorularına maruz kalmıştı. Lenin ona “neden İngiltere’de toplumsal bir devrim yapmıyorsunuz” diye sormuştu. Moskova’da Lenin’in odasında otururken bu soruya nasıl bir yanıt verilebilir ki ?

Wells’in Lenin ile yaptığı görüşme ilginç olduğu kadar arkadaşçadır. Lenin ona Rus köylüsünün hızla dönüşeceğini ve tarımsal üretimi sanayi üretimine dönüştüreceklerini söyler. Ardından ekler: “On yıl sonra gel ve Rusya’da neler başardığımızı gör.”

Gerçek adı Eric Arthur Blair olan George Orwell de tıpkı H.G.Wells gibi kapitalist düzene muhalifti. Daha tehlikeli bir işe girişti ve bir gerilla olarak İspanya İç Savaşı’na katıldı. Diktatör Franco’nun düzenine karşı savaşan POUM milislerine katıldığında takvimler 1936’yı gösteriyordu. Eve döndükten sonra yaşadıklarını Katalonya’ya Selam adıyla kitaplaştırdı ama sadece 800 adet sattı. Ama biz Orwell’i hala okuyoruz.

Düzene meydan okuyunca hayat herkes için zordur. Nazi Almanyası’nda rejimle arası iyi olmayan herkes tutuklanır ya da ülkeden sürülürken Yahudi, çingene, sosyalist ve eşcinsel olanları ucunda toplama kampına atılmak ve öldürülmek olan daha büyük zorluklar bekliyordu. O yılların Almanyası’nda düzene meydan okumak çok daha cesurcaydı ama doğru bir dünya kurabilmek için gerekliydi de.

Yaşadığımız her dönemde bir düzen ve o düzenin dayattığı koşullar vardır. Bu koşullar yasaklanmayı, hapsedilmeyi, sürülmeyi veya öldürülmeyi içerebilir. Thomas More’un hayal ettiği evrensel bir dünya ülkesi kurulana kadar böylesi düzenlere meydan okumaya devam edeceğiz.  

Çünkü bir kişinin susturulması tüm insanlığın susturulması demektir.