EYFEL: BİR FİLM, BİR KULE, BİR SEMBOL

(Bu yazı 7 Nisan 2022’de mürekkephaber.com’da yayımlanmıştır)

Bir erkeğin adını taşıyor olsa da Eyfel bir kadındır. Parisliler ona “Demir Bayan” veya “Bayan Eyfel” diye seslenir. Sadece bir kadına ithaf edildiği için değil, olağanüstü zerafeti, dantelli kıyafeti ve aşıkları eteklerinde kabul eden şefkatiyle Eyfel gerçek bir kadındır. Her yedi yılda bir makyajını tazeler. Bunun için 60 ton boya kullanılır. Tam 25 erkek boyacı onu saçından tırnağına kadar ayakları daha koyu, boynu daha açık renk olana kadar okşayıp durur.  Zor beğenen bir Parizyeni memnun etmek hiç kolay değildir.

Yönetmenliğini Martin Bourboulon’un yaptığı 2021 yapımı Eiffel filmi bir kadına adanmış yapının, Eyfel Kulesi’nin dramatik öyküsünü anlatıyor.

Filmde, 1889’daki Dünya Fuarı için mimar Gustave Eiffel’e bir yarışma sonucunda ısmarlanan 300 metrelik kulenin, mimarı tarafından nasıl giderek bir tutkuya dönüştürüldüğünü izliyoruz. Bu tutku, hem mimari açıdan dev bir meydan okumayı, hem de adı  Adrianne olan bir yasak aşka kavuşmanın hezeyanını içeriyor. Yönetmen ikisini birlikte anlatmayı denemiş ve kısmen başarmış. Gustave Eiffel’i Romain Duris canlandırırken aşığı Adrianne’i Emma Mackey oynamış.

Sinemada evrensel kültüre adını yazdırmış her olayın öyküsü genellikle bir kadın-erkek ilişkisi üzerinden anlatılır. Senaryonun aşk temelinde yükselmesi hem konuyu bir belgesel haline gelmekten kurtarır hem de izlenen şeyi daha satılır bir meta haline getirir. Truva Savaşı da, Titanic’in batışı da aşk filmi gibi çekilmiştir. Eiffel’in yönetmeni Bourboulon da öyle yapmış. Kulenin yükselişini Gustave  ile Adrianne’in yükselen aşkıyla özdeşleştirmiş.

Tamamen demirden yapılacak bir kule, Paris gibi taştan yapılarla donatılmış tarihi bir kente  hangi cüretle konabilirdi? Roland Barthes  1964 yılında yayımlanan denemesinde hem bu soruyu irdeler hem de Eyfel’in Fransa ve insanlık için içerdiği sembolleri sıralar ki gerçekten ilginçtir. [1]    

Eyfel’in Fransızlar için içerdiği anlamların tükenmez olduğunu anlatır Barthes. Hiç durmadan kendi bilgilerinden, düşlerinden, tarihlerinden istedikleri gibi çekip aldıkları anlamlar yerleştirirler kuleyle ilgili. Tüm bu anlamlar bütününden oluşan dev anıtın, insanların zihninde yarattığı hayalden kaçınabilmesi mümkün değildir. Aslında kule yapıldığı ilk yıllarda demirden bir anıt olarak yararsız sayılmalıdır. Fransız Devrimi’nin 100’üncü yılı nedeniyle Paris’te açılacak Dünya Fuarı’nın kapısı olarak tasarlanmıştır. Mimari olarak “gözlem kulesi” sınıfındadır. Daha inşa edilmeden yararsız olarak nitelendirilmiş ve özellikle Parisli yazar ve sanatçılar tarafından yerden yere vurulmuştur. 

Le Temps Gazetesi’nde 14 Şubat 1887’de yayımlanan “Sanatçıların Protestosu”nda şöyle denir kule için:

“Eyfel Kulesi Paris’in ayıbıdır. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Herkes hissediyor, herkes söylüyor bunu, herkes derin üzüntü duyuyor bundan. Yabancılar sergimizi ziyarete geldiklerinde şaşırıp ‘Fransızlar o kadar övündükleri zevkleri konusunda bizlere bir fikir vermek için bu berbat şeyi mi buldular’ diye haykıracaklardır.”

Protesto bildirisine imza atan sanatçılar arasında kimler yoktur ki. Yazarlar, heykeltıraşlar, mimarlar, ressamlar ve Paris’in tüm tutkulu aşıkları. Hepsi birden Eyfel Kulesi’nin Paris’in kalbine bir hançer gibi saplanmasına öfkeyle karşı çıkmaktadır. Protestonun öncülüğünü yazar Guy de Maupassant yapmaktadır. Tarih alışılmadık rastlantılar ve metaforlarla doludur. Yıllar sonra onu Eyfel’in ikinci katındaki lokantada yemek yerken görenler şaşkına dönerler: “Üstad bu kulenin yapılmasına karşı çıkıp durdun. Şimdi burada oturmuş yemek yiyorsun?” Maupassant’ın yanıtı hazırdır: “Paris’te kuleyi görmediğim tek yer burası.”

Fransa’da hiçbir ders kitabı, afiş ya da film yoktur ki kuleyi halkın, ülkenin ve kentin bir göstergesi olarak sunmasın. Paris’te hiçbir bakış yoktur ki günün belirli veya belirsiz bir anında Eyfel’e takılmamış olsun. Roland Barthes da ünlü denemesini yazarken kendi odasının penceresinden ona bakar ve şöyle söyler: “Onun birlikte hepimiz devingen bir figür oluştururuz. O da bu figürün değişmez merkezidir.”

Eyfel, büsbütün işe yaramaz değildir artık. Tam tepesine yapılan radyo-TV vericisi hem hanımefendinin boyunu biraz daha yükseltmiştir hem de onu daha işlevsel kılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda bile tepesindeki radyo sinyalleri askeri açıdan çok işe yaradı ve bugün de aynı rolünü dünyanın en seçkin verici istasyonu olarak sürdürüyor. 

Üstelik yapıldığı yıllarda “işe yaramazlıkla” ve “çirkinlikle” itham edilen bu güzel kadını görmeye dünyanın her yerinden 7 milyon kişi geliyor. Fransız hazinesine kazandırdığı paranın haddi hesabı yok. Hep müsrif olmakla suçlanan Parizyen kadınların tersine Bayan Eyfel tüm varlığıyla para basıyor. Yapılırken yönetimden 20 yıllığına izin alınmıştı ve 1909 yılında sökülmesi gerekiyordu ama hükümet kulenin bir para basma makinesi gibi çalıştığını görünce demir levhaları bağlayan vidaları sabit perçinlerle değiştiriverdi. Artık Eyfel Kulesi Paris’in sonsuzluğu olacaktı.

Eyfel’i dünya gözüyle görmüş birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Fransa’nın sesi Edith Piaf ise simgesi Eyfel’dir.

Dünya üzerinde insan eliyle yapılmış hiçbir bina, bir ülkenin imgesi üzerinde böylesine güçlendirici bir etki yaratmamıştır. Ona doğru yürürken pastoral bir resim gibi büyüyen ve giderek belirginleşen görüntüsüyle beni kucağına alıp gökyüzüne kaldırdığını anımsıyorum. Notre Dame’ı gördüğümde  onun tarihselliğine vurulmuş ve yanına gidip taşlarını okşamıştım. Eyfel ise katedralden  daha sonra yapılmış olmasına rağmen sonsuzluğu simgeler gibiydi. Karşısına oturup onu saatlerce seyrettim. Hayatın ve her türlü şeyin yükselişini gördüm. Sanki o da bana bakıyordu. Akşamları bile gizli bir panoptik göz gibi beni izlediğini sanıyorum. Benim onu izlediğim gibi.

Eiffel filmi bana bunları düşündürttü. Hala vizyonda olan bu filmi izlemenizi öneririm.    


[1] Roland Barthes “Bir Deneme Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi” Çevirenler: Mehmet Rifat ve Sema Rifat. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. 2008