NEŞENİN GÜCÜ CEHALETİN KARANLIĞI

(Bu deneme “Dünya Hala Büyük Yaşam Hala Kısa” kitabında yayımlanmıştır)

Sadece insana ait iki özelliktir: Neşe ve Cehalet. Hayvanlar neşelenmez. Keyifli oldukları anlar vardır ama gülmezler yahut kahkaha atan bir kuş, gülümseyen bir kedi, sevimli olmaya çalışan bir at yoktur. Hayvanlar cahil de olamaz. Doğuştan sahip oldukları içgüdüleriyle hareket ederler ve bu onları cahil yapmaz. Genlerine yüklenmiş kodlarla korkarlar, avlanırlar ve kendilerine neyin iyi neyin kötü geldiğini bilirler. 1632’de Amsterdam’da dünyaya gelen filozof Spinoza sevinç ve neşeyi, “insanın daha az mükemmellikten daha büyük bir mükemmelliğe geçişi” diye tanımlar. Alman filozof Nietzsche ise neşeyi “insanın yaşama gücü” olarak ifade eder. Fransız filozof Bergson daha ileri gider, kendisini bir “neşe filozofu” olarak görür. Peki neşeyi doğuran şey / şeyler nedir, nelerdir? Dikkatli olmak, ânı yaşamak, güven vermek, açık yürekli olmak, iyilikseverlik, karşılık beklememek, şükran duymak, sabretmek ve bedensel zevk duymak… İşte neşenin kaynakları. Frederic Lenoir’in kaleme aldığı Neşenin Gücü kitabından öğreniyoruz bunları.1

Lonoir kitabında neşenin kaynaklarını anlatırken yaşanmışlıklardan da örnekler sunuyor. Varolan dinsel inanışları anlatıyor. Örneğin Budizm’in “neşe bilgeliği” olmadığını, “isteklerin reddine” dayanan bir bilgelik olduğunu söylüyor. Tavsiyelerde de bulunuyor yazar. Şöyle diyor: “Kıyaslama ve kıskançlık kötülük salgılar; oysa başkalarının niteliklerine ve başarılarına sevinmek neşe kaynağıdır. Yüreğini açık tutmak için de başkalarına güvenmek şarttır. Neşe çoğu kez hiçbir şey beklemediğimizde, kazanacak bir şeyimiz olmadığında su yüzüne çıkar.” “Kazan-Kazan” sloganına dayalı günümüz dünyasında hiçbir şey beklemeden yaşamak mümkün müdür düşünmek lazım. Ama sürekli kazanmak için hırsa gömülüp elimizdekini kaybetme riskini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Bu noktada Jacques Prevert’in sözünü hatırlatıyor yazar: “Mutluluğu çekip giderken çıkardığı gürültüden tanıdım.” Peki ya cehalet ? Ağır bir sorumluluktur bu. Bilim için ise önemli bir itki gücüdür. Columbia Üniversitesi Öğretim Üyesi Stuart Firestein, öğrencilerinin de teşviğiyle cehaletin kökenini incelemiş ve ortaya son derece ilginç bir kitap çıkmış. Öğrencilerine teşekkür ediyor çünkü onların içinde bulunduğu cehaleti “bilinmeyenin uyandırdığı neşe” olarak tanımlıyor ve “bunun da derslerde okutulması gerektiğini” vurguluyor. Yani okullarda yapılmış, başarılmış olan anlatılıyor. O ana gelinceye dek karanlıkta kalan cehalet yok sayılıyor. İşte kitapta bunlar anlatılıyor.2 “Cehalet türlerinden biri kasıtlı aptalıktır; basit aptallıktan daha kötü olan bu durum olgulara ya da mantığa karşı toy bir kayıtsızlıktan ileri gelir” diyor Firestein. “Kasıtlı aptallık kendini bilgiye dayanmayan kanaatlere inatçı bir adanmışlıkla ve karşıt fikirleri ya da verileri göz ardı etmekle kendini gösterir. Bu tür cahiller farkında değildirler, aydınlanmamışlardır, bilgisizdirler ve şaşırtıcı ama çoğunlukla iyi makamları işgal ederler.”

Cehaletin çok ilginç ve ilginç olduğu kadar da esaslı bir konu olduğunu savunan yazar, günümüzde cehaletin bilgiden önce değil, bilgiden sonra geldiğini ileri sürerken şunu savlıyor: “Kolektif bilgimiz artarken kişisel cehaletimiz hiç azalmıyor.” Sanırım bilginin de bir karanlık tarafı var ve onun adına cehalet deniyor. Bu cehalet yanlış ve düşünülmeden yönlendirildiğinde özgürleştirici değil tamamen kısıtlayıcı oluyor. Yeni buluşlar neyi ne kadar az bildiğimizi de gösteriyor. Firestein’ın dediği gibi: “Bilim cehalet üretir ve cehalet bilimin yakıtıdır.”

1 Frederic Lenoir, Neşenin Gücü, Çeviren: Atakan Altınörs, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, Mayıs 2016

2 Stuart Firestein, Cehalet, Çeviren: Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, Ekim 2014