SAİT FAİK’İN ÖYKÜLERİNDE TÜRKİYE’NİN SOSYAL DÖNÜŞÜMÜ

(Bu yazı 6 Temmuz 2020 tarihinde oggito.com’da yayımlanmıştır)

Sait Faik Abasıyanık’ın ilk yazısı harf devriminden bir yıl sonra, 1929 yılında yayımlanmıştır. O tarihte yayınlanan yazısı bile günümüz Türkçesine yakındır. Daima yalın ve anlaşılır bir dille yazmaya gayret etmiştir. Öykülerinde gereksiz sözcükler bulmakta zorlanırsınız.

Onu eşsiz kılan nedenlerden en önemlisi ise tüm yazı ve öykülerinde insanın saf samimiyetini ortaya koymasıdır. İmparatorluk Türkiyesi’nden yeni çıkmış bir ülkenin sıradan insanları onun öykülerinde başroldedir.

Sait Faik’in yıllardır okunurluğunu yitirmemesi, zamanla aşılamaması işte bu yüzdendir.

Türk edebiyatında çağdaş öykücülüğün kurucusu Sait Faik’tir.

Öyküleri

Sait Faik halk deyince akla gelen insanların öykücüsüdür. Haksızlıkları yazar ve haksızlıkların insanda yarattığı tepkiyi ölçer. Dünyasını dolduran yalnızlık, kendisini bu insanların dışında görmesindendir. Onun yaşadığı kent olan İstanbul, öykülerinin sahnesidir ve okurken şehrin kaldırımları, binaları, kahvehaneleri tek tek gözümüzde canlanır. Yazar Atilla Özkırımlı onun yazılarını şöyle tarif eder:

“Onun, şehrin karşısına doğayı çıkardığı unutulmamalıdır. Çünkü her şey karşıtıyla gelir Sait Faik öyküsünde. Çocukluğa dönmesi, karşımıza özlem olarak çıkan bu duygu başka bir çağrışıma ulaşmak içindir. Yaşadığı gerçekten kaçıp geçmişe sığınmadır belki. Ama bir kaçma söz konusuysa, aslında doğaya sığınmadır bu. Bozulmuşun karşısına bozulmamışı, saf olanı çıkarmaktır amaç. Doğadan gelen bir “Hişt, Hişt” sesi, nasıl yazarı bu dünyaya bağlarsa; Bayan Gülseren de ince bıyıklı, kaşları alınmış kadın berberi mösyö Jül’ün yanında pos bıyıklı, kalın kaşlı berber Rıza’yı, yani doğallığı bulduğu an mutlu olacaktır. Kestaneci kestaneciyken güzeldir, Kestaneci Dostum’dur. Kestanecilikten çıktığı an biter. Sait Faik insanı çirkinleştiren etkenin, dış etken olduğunun bilincindedir.” [1]

Sait Faik Abasıyanık’ın öyküleri 11 kitapta toplanmıştır. Yapı Kredi Yayınları 2009 yılında onun tüm öykü, roman ve şiirlerini tek ciltte topladı. Toplamı 1779 sayfa olan bu kitap Sait Faik ile yapılmış söyleşileri de içermektedir. [2]

Yazı hayatına iki roman ve bir şiir kitabı da eklemiştir. Ancak onun romanları uzun bir öykü gibidir. Şiirleri de öykü anlatıyormuş izlenimi verir. Yani Sait Faik ne anlatırsa anlatsın daima öykü anlatmış ve öykü yazmıştır. O bir öykücüdür ve bu konuda çok başarılıdır. Yazdığı öyküler yurtdışında da sevilmiştir. Merkezi Amerika’da olan Uluslararası Mark Twain Derneği, çağdaş edebiyata yaptığı katkılardan ötürü 1953 yılında Sait Faik’i onur üyeliğine seçmiştir. Türkiye’de Atatürk’ten sonra bu derneğin üyeliğine seçilen ikinci kişi Sait Faik’tir. Yaşar Kemal bu konu hakkında kendisiyle bir röportaj yapmış ve röportaj Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır. [3]

Mustafa Kemal Atatürk ve Sait Faik Abasıyanık’tan başka hiçbir Türk bu derneğin üyeliğine seçilmiş değildir.

Dönemi

Sait Faik’in yaşadığı dönem Türkiye’nin imparatorluktan cumhuriyet yönetimine geçtiği dönemdir. Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Adapazarı vilayeti Osmanlı Devleti’nin bir sancağıydı.  1868 yılında “Adapazarı Belediyesi” adıyla belediye teşkilatı kurulan ilçe, 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında Kafkasya ve Rumeli’dan yoğun göçe maruz kalmıştır. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Adapazarı’nda yaşayan kişi sayısı 53 bin 924 kişiydi. Kentteki en büyük azınlık 10 bini aşan nüfusuyla Ermenilerdi. On dokuzuncu yüzyıl sonunda Adapazarı’ndaki her dört kişiden biri Hıristiyandı. Sait Faik böylesine kozmopolit bir kentte büyüdü. Yıllar sonra yaşayacağı İstanbul Burgazada’da tanışacağı gayrimüslim vatandaşlarımızla hemen kaynaşması, Adapazarı’ndaki nüfus yapısı nedeniyle çok kolay olmuş, bir daha adadan hiç kopmamıştır. Burgazada Sait Faik ile adeta bütünleşmiştir.

Sait Faik genç cumhuriyetin ilk yıllarını delikanlı olarak yaşamış, cumhuriyetin ilanından beş yıl sonra üniversiteye başlamıştır. Osmanlı’nın son dönemini yaşadığı gibi, imparatorluktan genç bir devlete geçişin sosyal ve siyasal sancılarını, cumhuriyetin ilk yıllarını, ekonominin zor zamanlarını ve kuşkusuz Atatürklü yılların tamamını yaşayarak görmüştür. Alfabenin değişimine tanıklık etmiş olması onun bir yazar olarak yaşadığı en büyük tecrübedir. İlk yazılarını eski Türkçe ile yazan Abasıyanık, sonraki tüm yazı ve öykülerini Latin alfabesiyle yani yeni Türkçe ile yazmıştır.  Sait Faik genç cumhuriyetin sosyal değişimini hem yaşayarak hem de yazarak tecrübe etmiştir.

Türkiye’nin Sosyal Değişimi

Sait Faik’in öykülerinde Türkiye’nin sosyal değişimini açıkça görürüz. Onun HABER Gazetesi’ne yazdığı mahkeme yazıları dönemin duruşmalarını, suç profilini çok güzel yansıtır. Mahkeme Kapısı adı altında topladığı öyküleri tamamen bu yazılardan oluşur. [4]

Sait Faik bir muhabir olarak izlediği duruşmaları eve dönünce kendi üslubuyla birer öyküye dönüştürür. Bu duruşmalarda bazen bir rüşvet suçlamasına, bazen bir boşanma davasına bazen de bir alacak-verecek meselesine yahut bir hırsızlığa tanıklık ederiz. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sürmektedir ve Sait Faik mahkemede geçen öyküleriyle bizi o dönemin sosyal vakalarıyla, ekonomik suçlarıyla  tanıştırır. Modern Bir Karı Koca adlı öyküsünde ise bir boşanma davası üzerinden dönemin kadın-erkek ilişkilerini ve hatta günümüze gelene kadar mutsuzluk adına bir şeyin değişmediğini öğreniriz.

Her dönemde olduğu gibi onun yaşadığı dönemde de yazarlara ve düşün insanlarına baskılar vardı. Kestaneci Dostum adını taşıyan öyküsünde bir çocuğun mangalına tekme vuruluyordur. Ertesi günü polis karakola çağırır Sait Faik’i ve kestanecinin mangalına tekme vuranı sorarlar. Yazar, “Ben bilmiyorum, belki bir bekçi vurmuştur” diye yanıtlar. Bir öyküde geçen olay o dönemin hükümetini rahatsız etmiştir ve Sait Faik sorgulanır. [5]

Yazılarına dergi ve gazetelerin patronlarının ve yayın yönetmenlerinin müdahale ettiğinden şikayet eder. Ismarlama yazı yazmadığı için onlarla ters düşer. Bir öyküden beş lira, yedi lira kazanmak için onlara müdana etmez. Bir röportajında  “sanatçının düşüncesi sınırlanamaz” der. Ama devlet sınırlar. Türkiye’de bazı konulara girmek, bazı konuları yazmak yasaktır. Bu durumu Avrupa ülkeleriyle kıyaslar. İngiltere’de okuyan bir arkadaşının kendisine gönderdiği bir öyküyü hiçbir derginin basmadığını anlatır. Öykü işçilerin durumunu anlatmaktadır. Komünizm korkusunun Türkiye’yi sardığı yıllardır.

Sait Faik’in yazı ve röportajlarından ülkenin kendi yazarına verdiği (yahut vermediği) değeri de anlayabiliriz. Yazdığı öyküler için doğru dürüst para alamaz. Aldığı paralar da çok küçük rakamlardır. Bir röportajında şunları söyler:

“Bir zamanlar Varlık’ta muntazaman hikayeler yazıyordum. Mevzularım hoşlarına gitmedi. Başka şeyler yazmamı söylediler. Ismarlama şeyler yazamıyorum, ayrıldım. Zaten verdikleri ne ? Bir hikayeye beş, yedi buçuk, haydi bilemediniz 10 lira. Ayda dört hikaye yazacaksınız da bu zamanda kazancınızla geçineceksiniz.”[6]         

Vedat Nedim Tör’ün çıkardığı Aile dergisine yazdığı öykülerden 25 lira kazanmaktadır. Bu para, o güne kadar kazandığı en iyi paradır. Bir gün Vedat Bey Sait Faik’ten daha farklı yazılar ister; “kendinizi aşacak hikayeler getirin” der. Sait Faik oraya yazmaktan da vazgeçer.

Aynı dönemde İngiliz dergileri bir öyküye 100 Pound vermektedirler. Sizce bir yazar ne kadar kazanmalıdır sorusunu “Hiç olmazsa bir nahiye müdürü kadar” diye yanıtlar. Ama hayatını babasından kalan parayla sürdürdüğünü saklamaz. İhtiyacı oldukça annesinden para alır ve Burgazada’daki arkadaşlarıyla oturup içki içer. Ama tüm öykülerinde sıradan, yoksul ve emekçi insanların dertlerini okuruz. Burgazada’da yaşıyor olmasına rağmen sık sık karşıya, İstanbul’a geçerdi ve bunu vapurla yapardı. Projektörcü öyküsü onlardan biridir. Ne yazık ki onun adını taşıyan bir şehir hatları vapuru yok. Çoğu öyküsünü vapurda yazmış veya vapurda başından geçenleri konu edinmiştir. Yoksul İstanbulluları görmek ve tanımak için alt kamarada seyahat ederdi. Alt Kamara adlı bir öyküsü de vardır. “Üçüncü Mevki” adlı öyküsünde ise Geyve Tren İstasyonu’nu betimler. Neredeyse tüm öykülerinde birinci tekil şahıs ile yazar ve üslubu okuyucuyla sohbet eder gibidir.

Her sene yılbaşı yaklaşırken tutulduğumuz Milli Piyango çılgınlığı da Sait Faik’in öykülerinden birine konu olmuştur.

Her ne kadar öykünün başlığı başka da olsa (Francala mı, Ekmek mi ?) Sait Faik ilk kez 27 Nisan 1940’ta yayımlanan bir öyküsünde Milli Piyango bileti alan yoksulların taşıdığı umudu anlatmıştır.  

Kahramanımızın bilet aldığı yer, tıpkı şimdilerde Sirkeci’de bulunan Nimet Abla gişesinin yaptığı gibi ün yapmış bir gişedir: Üsküdar’da tütün ve gazete bayiliği yapan emekli asker Ahmet Recai Efendi’nin gişesi. Çanakkale Savaşı’nda kolunu kaybetmiş bir askerdir Recai Efendi. Üsküdar vapur iskelesine yürüme mesafesinde bulunan dükkanına zengin olmak isteyen her yaştan ve meslekten insan uğrar ve mutlaka bir Milli Piyango bileti satın alır.

Kalorifer ve Bahar adlı öyküsünde İstanbul’un arka mahallelerini çok güzel tarif eder. Tabiattan, sinemadan ve bahar ayından söz açar. “Fırsat buldukça, canım sıkıldıkça insanları sevmek için daima melankolik köşeler arardım. İstanbul’a bakar kalırdım” der.[7]

İstanbul’un halinden şikayet eder “Söylendim Durdum” öyküsünde. Ark adlı öyküsünde İstanbul’un gürültüsünü ve Gülhane Parkı’nı anlatır. “Gün gelecek toprağı ve kuşları göremeyeceksiniz” der. 1 Ocak 1952’de Varlık Dergisi’nde yayımlanan yazısında.

1946 yılında Büyük Doğu dergisinde yayımlanan bir öyküsünde bugün bile tartışılan devlet ihalelerini yazar Sait Faik. Varto depreminde bine yakın kişi ölmüştür ve devlet deprem bölgesinde memurlar için yeni lojmanlar yapılmak üzere ihale açmıştır. Gerisini Sait Faik’in kaleminden okuyalım:

“Zelzele mıntıkasında 11 bin 700 liraya memur evleri yapılmak üzere müteahhitlere ihale yapılmış. Evler başlanmış, bitmek üzere. Fakat bütün memleketin ağzında çalkalanan, bu evlerin anha minha 5 bin liradan fazlaya çıkmayacağı. Eğer hakiki malzeme kullanılırsa hadi diyelim 6 bin liraya çıksın. Hadi buna bin 500 papel müteahhit payı verilsin. Bir evin 7 bin 500 liraya pekala yapılabileceği açık.”

Onun öyküleri Ara Güler’in İstanbul fotoğraflarını anımsatır, öylesine yalın ve daima siyah-beyazdır. Adalar’da ve İstanbul’da gezer, balıkçılarla oturur, kahvelerde insanlarla sohbet eder yahut kulak misafiri olurdu. 

Kıraathaneler onun en çok öykü devşirdiği yerlerdendir. Tam 104 öyküsünde kahvehane adı geçer. Sadece adı geçmekle kalmaz, kahvehaneler öykülerindeki kişilerin gündelik yaşamı içindeki işleviyle serüvenin içine eklenir.  Her konunun serbestçe konuşulduğu yerler olan kahvehaneler iktidarlar için hep sakıncalı yerler olmuş, denetlenmesi bile gündeme gelmiş ama her defasında kahvehaneler toplumla devlet arasındaki konumunu korumuştur. [8]

Sait Faik’in öykülerini yazdığı 30’lu ve 40’lı yallarda bu mekanlar modernleştirilmeye çalışılmış, Türk kahveleri Batı kahvelerinin yanında çağdışı kaldığı yargısıyla kahvelerin kadın ve erkeklerin ortak kullandığı alanlara dönüştürülmesi tartışılmıştır. Konu o yıllarda tartışılmış olmasına rağmen kahveler bugün de erkek egemen mekanlar olarak varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte yazarın bazı öykülerinde kadın  kahveciler vardır. Kahvelerden birini Fındık Ali’nin karısı Sultana işletirken, bir diğer öyküsünde “frenkle Yahudi kırması bir hatun” çıkar karşımıza. “Kırlangıç Yuvasında Kadın” adını taşıyan öyküsünün kahvecisi de yine bir kadındır.[9]

Sait Faik kahvehaneleri bu yanıyla değil, her türden insanın oturup kaynaştığı ve memleketin sosyal varlığının bir yürek gibi attığı alanlar olarak değerlendirir ve yazar. Kıraathaneler başlıklı öyküsünde şunları kaydeder:

“Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım. Bu, dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz, tamamen muhtar üniversitelerin tavla şakırtıları arasında, gören bir göz, işiten bir kulak bir memleketin insanlarının nabzını tutabilir, o nabız hızlı mı atıyor, yavaş mı atıyor, doktor olmaya hacet kalmadan müşahadelerini yapar.”[10]

Her yazar gibi Sait Faik için esas olan insandır. Kriz adlı öyküsünde insanın değeri üzerinden bir tartışma başlatır ki insan hakları bugün bile tartışılan başat sorundur. Sait Faik Sorar: Bir tarihi eser mi daha kıymetlidir yoksa bir insan mı ? Mona Lisa mı daha değerlidir yoksa bir çocuk mu ? Sultanahmet Camii mi kıymetlidir yoksa bir insan mı ?[11]

Cemiyete yani topluma faydalı olmak nedir ? Nasıldır ? Bunu tartışır bir yazısında. “İnsan cemiyete en faydalı göründüğü zaman en büyük zararı da yapabilir” diye konuşturur arkadaşı Hayri’yi. “Çocukluğumda da, ilkgençliğimde de bir şey olmaya değil, olmamaya karar vermiştim. Siz istediğiniz kadar bana meşhur deyin” diye yanıtlar Varlık dergisinin 1953 yılında kendisiyle yaptığı bir röportajı. Onun tüm yazıları insanı yani Türkiye’yi anlatır.

Sait Faik hayatı boyunca yazmıştır. Yazmak ve yaşamak onun tek ve asıl işi olmuştur. Haritada Bir Nokta öyküsünü  “Yazmasam deli olacaktım” sözüyle bitirirken kağıda ve kaleme olan tutkusunu da belirtir. Tüm büyük uluslar, uygarlıklarını kağıt ve kalem üzerinden kurarlar. Kağıda ve kaleme aşık olmayan insanların bilim, sanat ve edebiyat alanında bir yere gelmeleri ve teknoloji dünyasında ilerlemeleri mümkün olmamaktadır. Yeni çağın gerektirdiği tüm gelişmeleri sağlayan ve bilgi üreten ülkelere baktığınızda hepsinin temelde yazı ve okuma kültürüne büyük değer veren uluslar olduğunu görürüz. Sait Faik işte böyle bir uygarlığın adamıydı. 

Sait Faik yazarlığını yoğun insan sevgisi besliyordu. Toplum eleştirilerinde insana karşı acımasız olsa da tek tek insana güveniyordu. Zaman zaman öykülerinde yaşamdaki yalnızlıkları duyurdu. Yorgiyanın Mahallesi’nde “Her yerde belki yaşamadan yaşadım” diyerek bunu yansıtır. Sait Faik toplumsal sıkıntılarla ilgili kaygısını da çokça dile getirdi. Zaman zaman aşırı belirlemeler gibi görünse de hep insanlığın bugününün ve geleceğinin tedirginliğini yaşadı. Son Kuşlar kitabının aynı adlı öyküsündeki şu cümle onun insanlıkla ilgili kaygılarını yansıtıyordu:

“Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.”

Sait Faik Abasıyanık 1954’te öldüğünde yalnızca 48 yaşındaydı. Bıraktığı öyküler Türk Edebiyatı varoldukça okunacak ve başka yazılara konu olacak.   

KAYNAKÇA

Abasıyanık, Sait Faik. Bütün Eserleri. Yapı Kredi Yayınları. Ekim 2009. İstanbul

Özgeç, Mukadder. “Sait Faik’in Kahvehaneleri” Kitaplık Dergisi. Kasım-Aralık 2019.

Özkırımlı, Atilla. Türk Edebiyatı Dergisi İnternet Sitesi


[1] Özkırımlı, Atilla https://www.turkedebiyati.org/sait-faik-insani-sevmekle-baslar-her-sey/

[2] Abasıyanık, Sait Faik “Bütün Eserleri” Yapı Kredi Yayınları. Ekim 2009

[3] Sait Faik ile Bir Görüşme. Yaşar Kemal. Cumhuriyet Gazetesi. 17 Mayıs 1953

[4] Abasıyanık, Sait Faik. “Mahkeme Kapısı” Bütün Eserleri. Yapı Kredi Yayınları. Ekim 2009  s.963-1059

[5] Age. “Mahalle Kahvesi” s.472

[6] Akşam Gazetesi. 11 Kasım 1949

[7] Age. Sarnıç. “Kalorifer ve Bahar” s.126-133

[8] Mukadder Özgeç. “Sait Faik’in Kahvehaneleri” Kitaplık Dergisi. Kasım-Aralık 2019. s.88

[9] Age. s.861

[10] Age. Kıraathaneler. S.1363-1365

[11] Age. Kriz. S.643-659