SALAH BİRSEL’İN AĞAÇLARI

(Bu yazı Kadıköy Life Dergisi’nin Eylül 2018 sayısında yayımlanmıştır) 

Yaşadığı yerdeki ağaçları sayardı. Onlara isimler takardı. Sıkça çıktığı yürüyüşlerde onlarla konuşurdu. Sonbahar Oyunları adlı denemesinde her gün görüp konuştuğu o ağaçları yazdı. Kuşkonmazları, çınarları, ladinleri, sedirleri, mavi köknarları, incirleri ve hatta sarmaşıkları bile. Boydan boya turladığı ve bazen Bostancı’ya kadar yürüdüğü Bağdat Caddesi üstünde ne kadar ağaç varsa yazdı.

Salah Birsel bir Kadıköy sakiniydi. Çatalçeşme’de oturur ve Bağdat Caddesi’nde ve Bostancı sahilinde yürüyüşler yapardı. Bu yürüyüşlerinde ona sadece rastgeldiği Kadıköylüler değil, o civardaki tüm ağaçlar eşlik ederdi. İnsanlarla ve ağaçlarla konuşurdu. Doğayla yarenlik etmeyi ölene dek sürdürdü.

Selamiçeşme adıyla bilinen dört yol ağzındaki sedir ağacının karşısında kendi deyimiyle “hazırbaşta” dururdu. Sadece onu görmek için dışarı çıktığı zamanlar olurdu. Gidip karşısına geçer, dakikalarca o canım ağacı seyrederdi.

Şöyle yazmıştı:

“Ne saklayayım, Selamiçeşme’de dört yol ağzında benzincinin karşı köşesinde kanı çekilmiş bir sedir ağacı vardır. O da şeker pembesi sarmaşıklar giyinmiştir. Ne ki o Caddebostan içinde vurulan ağababası deiğildir. Ama ben ne yaptım, yüzümden gözümden zift ve katran akarak kalktım Selamiçeşme’ye koştum. İlerdeki yıllarda belki o sedir ağacından ayrı düşerim diye, ayıbı ya da şanı kendimin olmak üzere karşısında bir dakika hazırbaşta durdum.” [1]

Yazılarında başka ağaçlara da rastlarsınız. Bağdat Caddesi’nin silme çınardan oluştuğunu anlatır. Yerin göğün sultanıdır onlar der. Gerçekten de öyledirler.

Bir yaz günü Salah Birsel’in ayak izlerini takip ettim. Ayak ayak yürüdüm ve onunla arkadaşlık etmiş ağaçlarla tanıştım. Ondan miras ağaçların bazıları yerli yerinde dururken, bazıları kentsel dönüşümün acı verici hoyratlığına kurban gitmiş.

“Bostantüccarı Sokağı’nda boz mavi köknar vardır. Sedir ağaçlarıyla burun buruna gelmek isteyenler bir üstteki sokağa – Türab Sokağı’nın karşısına- dolanmalıdırlar. Suadiye’de Tofaş’ın, Caddebostan’da da Stüdyo63’ün önünde birer tane Kurtbağırı vardır. Sedirler de Kızıltoprak’a varınca, her yerden, o yirmi kerteyi aşan leylek bacaklarıyla fırlarlar. En çok da Erenköy ve Göztepe dolaylarında görülürler. Buralarda fıstık çamları pıtraktır. Çamların en yaşlısı ise Feneryolu’ndan Kadıköy’e giderken sol kaldırımdadır.”

Birsel’in onurlandırdığı bu ağaçların hiçbiri yok. Suadiye’deki Tofaş ve Caddebostan’daki Stüdyo 63 de çoktan yok edildi. Oradaki kurtbağırların, Türab Sokağı’ndaki sedirlerin, Erenköy’deki fıstık çamlarının yerlerinde balkonsuz binalar, yapay çimden bahçeler, güvenlik kameraları ve insansız yüzler var. Sadece Bostancı Tren İstasyonu’ndaki dişbudakların birkaç tanesi hala yerli yerinde duruyor.

Salah Birsel caddedeki ağaçları anlattığı denemeyi 23 Kasım 1982’de yazmış. O gün Yazmacıtahir’den Bostancı’ya doğru –kendi tabiriyle- daltaban yürümüş. Orada bir yer köşede Pittosporum ağacına bile rastlamış. Yaprakları zeytine benzeyen ve yaz kış yeşilliğini sürdüren bu ağacı görmek onu çok mutlu etmiş. Sadece ağaçları değil yoluna çıkan sarmaşıkları, kuşkonmazları, oya çiçeklerini ve ligustrumları da not almış. Sonra yorulmuş biraz. Bu durum zoruna gitmiş olmalı, şakayla karışık şöyle demiş: “İnanmayacaksınız ben de ilk kez yaşlanıyorum.”

Yazarlar yaşlanırlar ama asla ölmezler.

Şöyle bitirmiş o yazısını:

“Kadıköy’den Bostancı’ya akar, ayak ayak yürürseniz dikkatli olun. Bir ağacın altında kıpırdamadan duran bir gölge varsa o belki benim.”

Salah Birsel 1999 yılında Çatalçeşme’deki evinde 80 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Ama eğer dikkatle bakarsanız, gölgesini bir ağacın altında kıpırdamadan dururken görebilirsiniz.

[1] Salah Birsel. Amerikalı Tolstoy. Sel Yayınları. Ağustos 2017. s.12