HERKESİN PARİS’İ

(Bu yazı 6 Mayıs 2024’te mürekkephaber’de yayımlanmıştır)

Ara Güler Enis Batur ile yaptığı bir sohbette İstanbul’u “deli saraylının çekmecesine” benzetir.

Tüm büyük kentler böyle değil midir ?

Her sokağında bir hazine gizlidir. Her evinde bir dahi yaşar. Gün gelir deli saraylı çekmecesini açar, fikirler çarpışır, icatlar çıkar. Eski düşünceler yıkılır. Uygarlıkların büyük şehirlerde doğmasının nedeni budur.

Site devletlerinden modern dünyanın şehirlerine gelinceye dek her büyük yerleşim yeri insanlar için çekim merkezi olagelmiştir. Anvers, Venedik, Roma, İsfahan, Bağdat, Semerkant, İskenderiye ve İstanbul.

Paris dünyanın eski kentlerinden biri olmakla birlikte onu vazgeçilmez kılan idari ve toplumsal özelliklerine 15’inci yüzyıldan itibaren ulaşmış, 20’inci yüzyılın ortalarına kadar tartışılmaz bir çekim merkezi olarak gücünü korumayı bilmiştir. Ernest Hemingway “Paris Bir Şenliktir” kitabında o günleri anlatır. Paris hala Avrupa’nın ve dünyanın en önemli kültür, sanat ve turizm merkezi olma özelliğini korumaktadır. Onlarca, yüzlerce yazarın yolu Paris’ten geçmiştir. Hemingway ile James Joyce, Pablo Neruda ile Milan Kundera, Samuel Beckett ile İonesco, Asturias ile Sadık Hidayet, Cortazar ile Juan Goytisolo Paris sokaklarında ve kafelerinde oturup yazı yazmışlardır. Umberto Eco aylarca Saint Genevieve Kütüphanesi’nde dirsek çürütmüştür. Çok daha eskilerde başka bir İtalyan Dante, Bievre sokağında birkaç ay yaşamıştır.

Türk yazarlara bakalım.

Sait Faik’in üç Fransa yolculuğu vardır. İlkinde öğrenim görmek için gittiği Grenoble’da üç yıl kalmış, ikincisinde Paris diye yola çıkıp Marsilya’dan geri dönmüştür. Üçüncüsünde ise tedavi için gittiği Paris’te ancak beş gün dayanabilmiştir. Yahya Kemal 11 yılını Paris’te geçirmiştir. Ne yazık ki onlarla ilgili tek bir plaket, bir yazıt yoktur kentte.

Daha eskiye gidelim.   

Tanzimat dönemi romanlarında olay örgüsünün geçtiği şehir İstanbul veya Paris’tir.

Ahmet Mithat Efendi Paris’te Bir Türk adlı romanında başta Paris olmak üzere Fransız şehirleriyle Türk şehirlerini karşılaştırır, insanlarını betimler. Paris için şöyle söyler:

“Paris bir şehr-i azimdir ki insan-ı kamil nazarında her tarafının itibarı birdir.”

Romanın baş kişisi Nasuh Efendi ile birlikte kentin sokakları, ünlü caddeleri anlatılır. Ahmet Mithat, romanlarında Paris’e daima ayrı bir önem verir. Avrupa’nın kültür merkezi olan Fransa’ya hayranlık duyulur.

Sami Paşazade Sezai’nin 1888’de yayınlanan Sergüzeşt romanında Celâl Bey’in Fransız mürebbiyesi, Paris’ten başka bir kent hayal edemeyeceğini söyler. Onun görüşünde kent deyince akla yalnızca Paris gelmektedir. Bu anlayış sadece yabancıların  değil aydınların da çoğunun düşünce yapısını ve Paris’e bakışını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.

1840’lardan itibaren, Avrupa’nın önemli başkentleri ve bilhassa Paris örnek alınarak İstanbul’da çok katlı apartmanlar inşa edilir. O döneme göre bir hayli görkemli mağazalar, şehrin ilk modern restoran, kahve, pastane, otel ve birahaneleri açılır. Pera’yı 1843 yazında ziyaret eden Fransız seyyah Gerard de Nerval, Pera’daki kahvelerin Champs-Elysees’nin seçkin kahvelerin anımsattığını söyler.

Fransızca 19’uncu yüzyıldan itibaren diplomasinin ve edebiyatın anadilidir. Yazarlar hiç Fransa’ya gitmemiş olsalar bile kendi çabalarıyla Fransızca öğrenirler. Recaizade Mahmud Ekrem o yazarlardan biridir.

Paris yalnızca yazar, ressam ve düşün insanlarının Kabesi olmakla yetinmez, kendi ülkesinden kovulan, mülteci durumuna düşenlerin sığınma evidir. Dünyanın her yerinden gelip Paris’in taşına, toprağına karışanlar, kendi dillerine Fransızcayı ekleyerek yeni ve adil bir dünyanın hayalini kurdular.

O insanlar arasında çok sayıda Türk de var.

Namık Kemal, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin üyesi olarak sürgüne gitmek zorunda kaldığında Ziya Paşa ile birlikte Paris’e kaçacaktır.  Tasvir-i Efkar Gazetesi’ni kuran Şinasi de zaten iki yıl önce Paris’e gitmiştir. 

Paris’te hala kullanılan  bulvarlar o zamanlar açılmıştır. Kenti görkemli evler ve opera binaları ile süslenmişti.  Namık Kemal o binaları görünce şaşırır. Zengin Parisliler fayton adı verilen büyük atlı arabalarla dolaşmaktadır. Yeni Osmanlılar ilk sokak saatlerini, ilk sokak lambalarını Paris’te görürler.

Namık Kemal ve arkadaşlarının görüp şaşırdıkları şeylerden biri de sokak başlarındaki tuvalet yerleriydi. İhtiyaç gidermek isteyen erkekler buralarda mola verirdi. Doğal olarak ortalık leş gibi kokardı. Paris’teki evlerde yirminci yüzyılın başlarına dek tuvalet yoktu. Hatta Versay sarayında bile.

Paris sadece Osmanlı’dan değil, Türkiye Cumhuriyeti’nden kaçan yazar, şair ve ressamları da konuk etmiştir. Bazıları da kendi istekleriyle gitmiştir. Zeki Faik İzer, Nurullah  Berk, Muhittin Sebati, İsmail Hakkı Oygar, İhsan Özsoy Parisli sayılır.  

Abidin Dino ve eşi Güzin Dino yıllarca Paris’te yaşamışlar ve Türkiye’den gelen yazarlara hamilik yapmışlardır.

Hıfzı Topuz  Paris Sürgünü kitabında ressam Avni Arbaş’ın öyküsünü anlatır.

Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal’in kitapları Fransa’da bugün de ilgi görmekte ve satılmaktadır. Gallimard Yayınevi Yaşar Kemal’in romanlarını düzenli olarak yayınlamaktadır. Bu iki büyük yazarımızın dışında Çetin Altan, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Mahmut Makal, Nedim Gürsel  Fransız okurlarıyla buluşmuş yazarlarımızdandır.

Paris’in neredeyse 200 yıl boyunca Türk yazar ve sanatçılarını etkilediğini söyleyebiliriz. Yeni Osmanlılar’dan ressamlarımıza, Ahmet Haşim’den Yahya Kemal’e,  Şair Nigar Hanım’dan Atilla İlhan’a dek çok sayıda isim sayabiliriz. Osmanlı’nın 1720 yılında şehre sefir olarak gönderdiği Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin yazdıklarını bugün bile ilgiyle okuyoruz.

Paris eski Paris değil artık. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi 60’ların, 70’lerin Paris’ini özleyenler hiç az değil. Orsay’ın henüz müze yapılmadığı, Louvre’un önüne camdan piramidin konmadığı günlerdir onlar. Parisliler zamanında Eyfel Kulesi’ne de çok direnmişlerdir. Roland Barthes’ın Eyfel’i anlattığı deneme kitabı, bir tema üzerine yazılan en iyi deneme kitaplarından biridir. Paris için Bastille’in yıkılışı nasıl ki bir dönemin geri dönülemez simgesiyse Eyfel’in yapılışı yeni bir dönemin anıtsal göstergesi sayılmalıdır.

Uygarlıklar kayıt tutarlar. Paris kendi uygarlığına katkı yapanları unutmaz. Pantheon’a sığmayanları sokakta görürsünüz. Ya heykeli dikilmiştirer, ya tabelası asılmıştır. “La Bruyere bu evde 1671-1696 arasında yaşadı ve Les Caracteres’i yazdı”

Mezarları, kanalizasyonları bile anıt sayılır Paris’in. Çünkü romanlarda, öykülerde anlatılmıştır. Paris tüm bunları korumayı bilmiştir.  

Bazı yazarlar Paris’te yaşamalarına rağmen Fransızcadan uzak durmuştur. Julio Cortazar 30 yılı aşkın bir süre Paris’te yaşadı ama tek kelime Fransızca yazmadı. Bazılarına iyi gelmemiştir Paris. Paul Celan, Cesar Vallejo ve Sadık Hidayet intihar etmişlerdir.

Tüm büyük şehirler gibi Paris de sürekli devinip durur. Şişmanlayıp zayıflar. Şehrin eskileri kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi artık göremedikleri şeylerden yakınır. Eskiden burada postane vardı yerine bu market açıldı. Eskiden burası muhallebiciydi, hep şarkıcılar, artistler gelirdi. Sonra kapandı yerine bu emlakçı açıldı. Bizden sonra gelenler de böyle konuşmaya devam edecek. İnsanlar ölecek, şehirler değişerek yaşamaya devam edecek.    

Hemigway’e göre Paris bir şenliktir. Feridun Andaç’a göre Paris bir yalnızlıktır. Herkesin kendine göre bir Paris’i vardır. Paris bunların hepsidir. “Herkesin kendine göre bir Paris’i olur, onun nasıl gelişeceğini bir tek rastlantı tanrısı bilir” der Enis Batur Paris, Ecekent kitabında.

Herkesin farklı olduğu gibi benim Parisim de farklı. Troya’nın yakılıp yıkılmasına sebep olan Paris değil benimkisi. Benim Parisim kızımın yeni bir hayat kurduğu Paris. Artık bir akrabalığım var bu kentle. Eskiden de yok muydu ? Jean Jacques Rousseau’nun dedesi bizde saatçilik yapmamış mıydı ? Andre Chenier İstanbul doğumlu değil miydi ? Paris’e yerleşen Camondo Ailesi de bizim topraklardan gitmedi mi ? İstanbul’un pasajlarını, garsonlarını Paris’ten almadık mı ?

“Bütün çocukluğumda Paris’i hayal etmiştim” diyen Abdülhak Şinasi Hisar da Paris ile akraba olduğunu düşünenlerdendir:

“Hislerime sadık vefakarım / Paris’e aşık ve bahtiyarım / Arkadaşım Pasavan’ı bulamadım / Fakat Paris yerliyerinde / Raoul dükkancı, mukannem fiyatlı lokanta ve pastacı yerliyerinde / Heykeller ve binalar yerliyerinde / Paris’e aşık ve akrabayım.”

Her yazarın kendi Paris’i var. Bazen yalnız yaşanan, melankolik, şiirsel ve ketum. Bazen kalabalık ve şenlikli. 

Ama daima yaratıcı.