JAMES BALDWİN’İN BAŞKA ÜLKESİ

(Bu yazı 12 Ekim 2018’de oggito.com’da yayımlanmıştır)

1961’in Aralık ayında bir gün tiyatrocu dostunun kapısına dayandığında yorgun ve çökmüş bir haldeydi. Yanındaki valizde yarım kalmış bir roman, yüreğinde aşk sancısı, kafasında çözülmemiş bir hal vardı. Son zamanlarda içkinin ucunu kaçırmıştı. Bunların üstüne uzun süren bu yolculuk onu iyice tanınmaz hale getirmişti. İstanbul’a sığınıp her şeyin üstesinden geleceğini ve yarım kalan romanını bitirebileceğini düşünüyordu.

Engin Cezzar kapıyı açtı. Karşısında duran siyah adam James Baldwin idi. Şaşkınlıkla ona baktı. Sonra her Türkün yaptığı gibi kısa, kalın bir hoş geldin çığlığı attı. Sarıldılar. New Yorklu yazar James Baldwin İstanbul’a, Engin Cezzar-Gülriz Sururi çiftinin evine gelmişti.

Baldwin 1924’te Harlem’de doğdu. Hem siyah, hem eşcinsel hem de muhalifti. Annesi temizlik yaparak onu büyüttü. Babasını hiç tanımadı. Girdiği ufak tefek işlerle geçinmeye çabalarken bir yandan da yazıyordu. Hayallerinin boyu kilometrelerce, New York sonsuzdu. Yayınevleri onun kitaplarını yayımlamayı redderken  yine de dergilere yazmayı sürdürdü. İlk romanı 1953’te yayınlandı. Ardından eşcinsel bir aşkı anlattığı Giovanni’nin Odası romanıyla ünlendi. Bu kitabında eşcinsel bir aşkı anlatıyordu. Sonra yazacağı tüm kitaplarında da bu konuyu, siyah-beyaz ayrımını ve kimlik sorunlarını dile getirecekti. Engin Cezzar-Gülriz Sururi çiftine geldiğinde valizindeki yarım kalmış roman da onlardan biriydi. Adına  Another Country-Bir Başka Ülke demişti ve sahiden de başka bir ülkedeydi: Türkiye’de.

Türkçe’ye Çiğdem Öztekin’in çevirisiyle kazandırılan bu romanda James Baldwin, Rufus adlı heybetli, hayata karşı cüretkar ama bir o kadar da duygusal bir Afro-Amerikalıyı koyar başrole. Rufus New York’ta yaşar, zenci mahallelerine girip çıksa da en iyi arkadaşı Vivaldo adlı bir beyazdır. Rufus, çoğu konuşmasında beyazların siyahlara yönelik ayırımcı tavırlarından ve yaşadığı ülkenin bu konudaki vurdumduymazlığından söz eder. Kız arkadaşları çoğunlukla beyaz kadınlardır. Onlarla yatarken geçmişinden hınç alırmış gibi davranır hatta son kız arkadaşını dövmeye başlar. Sonra bir köprüden atlayıp intihar eder.

Tüm bunlar Rufus’un kimlik bunalımını gözler önüne serer. Yazar James Baldwin romanın ikinci kısmında Rufus’un en yakın arkadaşı Vivaldo’yu ve kız kardeşi İda’yı öne çıkarır. Seksi bir kız olan İda, ağabeyinin en yakın arkadaşı Vivaldo ile çıkmaya başlar ve bu da romanın bir başka siyah-beyaz ilişkisidir. Arka planda ise başka kahramanlar vardır. Ortak arkadaşları Richard, onun karısı Cass, yazar olmaya çalışan Eric, Eric’in Fransız sevgilisi Yves ve TV yapımcısı Steve Ellis gibi.

Romandaki diyalogların büyük bölümünde görürüz James Baldwin’in ırk ayrımına dair söylemek istediklerini. Yaşadığı yılların Amerikasını düşünecek olursak siyahların bugüne kıyasla çok daha zor koşullarda hayata tutunmaya çalıştıklarını teslim etmemiz zor değildir. Bu zorluk konuşmalara da yansır.  Örneğin bir bölümde beyaz kadın Cass, arkadaşı siyah kadın İda’ya sorar: “Beyaz insanlardan nefret mi ediyorsun İda ?”

İda pencereden New York’a bakarak yanıtlar:
“Cass bak şu dışarıya da sor kendine: seni de burada kapasalar, hapis tutsalar nefret etmez miydin bütün beyazlardan ?” Devam eder: “Seni burada tutsaydılar, serseme çevirip açlıktan gebertseydiler, ananın, babanın, bacının, oynaşının, kardeşinin, oğlunun, kızının gözlerinin tam önünde ölüşünü, dirilişini, her şeylerinden oluşunu seyrettirseydiler ? Hem öyle özel bir günün ertesinde değil, telaşsızca her gün, yıllarca, kuşaklarca yapsaydılar bunu, nefret etmez miydin ?”

Gezgin bir yazardı James Baldwin. Fransa’yı severdi ve 1970’te ülkenin güneyindeki Saint-Paul de Vence’te başlayan yeni hayatı onu görmeye gelen dostları sayesinde hareketli geçti. Burada yaşadığı dönem boyunca iki kitap daha yazdı. 1970’ten, 1987’deki  ölümüne kadar yaşayacağı bu evin vazgeçilmez konukları arasında Miles Davis, Ray Charles ve Nina Simone gibi isimler vardı. Yalnız kaldığında aralarında Engin Cezzar’ın da bulunduğu dostlarına yazdığı mektuplar yıllar sonra Dost Mektupları adıyla kitaplaştı. Mektuplarda Baldwin’in ve Cezzar’ın ABD’de ve Baldwin’in ülkemize yaptığı ziyaretler, bu ziyaretlerde tanıştığı yazar ve sanatçılarla geçirdiği günlerin anılarını okuyabilirsiniz. Baldwin, Giovanni’nin Odası kitabını oyunlaştırmak istiyordu ama bu gerçekleşmedi. Yine de romanlarından birini yani Bir Başka Ülke’yi, Cezzar-Sururi çiftinin evinde tamamladı ve bitirdikten sonra altına İstanbul, 10 Aralık 1961 notunu düştü.

Roman İstanbul’dan hiç söz etmez. New York’ta geçer. Ama James Baldwin’in yarattığı karakterlerin hepsi farklı adlarla aramızda yaşamaya devam ediyor.

İyi edebiyatın gücü bu değil midir ?