PARMAKLARIYLA DÜŞÜNEN DÜNYA

(Bu yazı 26 Aralık 2019’da halimiz.com’da yayımlanmıştır)

İnsanlar kısa mesaj gibi konuşuyor. Basit ve kısa cümlelerle ve tekrar edilen klişelerle. Sözcüksel anlamda yoksullaştırılmış bir Türkçe’nin egemenliği sadece dili yok etmekle kalmıyor, sözcüklerin işaret ettiği kavramların giderek yok olmasıyla sonuçlanıyor. Yakın geçmişte kullandığımız pek çok sözcüğü bugün kullanmıyor olmamız bunun en iyi örneğidir. Sözcüklerle birlikte fikirler de bütünlüğünü kaybediyor. Sıradan insanlarla konuştuğunuzda veya konuşmalara tanık olduğunuzda bunu hemen görüyorsunuz.

Türkçe’nin zengin kullanılması çocuklara verilen okuma zevkiyle ve kitabın egemenliğiyle mümkündür. Oysa Umberto Eco’nun deyişiyle “günümüz çocukları bir görüntünün kalıcılığını yedi saniyeye, sorulara verilecek yanıt süresini on beş saniyeye indirgeyen, yetişkinlerin tasarladığı, kendilerine, kana bulanmış cesetler, çöküşler, felaketler gibi günlük yaşamda karşılaşmayacakları şeyleri dayatan medya tarafından biçimlendirildiler. Anadillerin anlamını yitirmesine neden olan kısaltmalar ve yabancı dildeki sözcükleri abartan bir reklam sektörü tarafından eğitildiler.”

Biz çocukluğumuzda kağıt-kalemle oynanan oyunlar oynardık. İsim-şehir, adam asmaca, SOS, kare bulmaca, origami ve daha pek çokları. Bu oyunlar elimizi kaleme ve kağıdın enfes yumuşaklığına, burnumuzu selüloz kokusuna ve gözümüzü yeni açılmış bir defterin bembeyaz saflığına alıştırırdı. Dünya bizim için dokunmak ve koklamaktı, ölçülebilir bir dünyada yaşıyorduk, şimdiki çocuklar gibi yakınlık ve uzaklık kavramının yok olduğu sanal alemde değil.

Kuşkusuz hiçbirimiz internete yahut teknolojinin getirdiklerine karşı değiliz. Bilgisayarlar, kitapların ve insanlığa ait bilgilerin saklanmasına ve gelecek kuşaklara aktarılmasına büyük katkı sunuyor. Asıl sorun tamamen farklı. İnternet, kitapların ve okumanın yerini alacak bir niteliğe sahip değil. Sadece destekleyici ve daha fazla okumak için teşvik edici bir rol üstlenebilir ve çocuklara internetin bu rolünü anlatmak da ailelerin görevidir. Ayrıca internet müthiş bir bilgi repertuvarı sağlasa bile seçim yapmak için gerekli filtreyi sunmaz. Bunu sağlayan kitaplar ve kitapların verdiği eğitimdir. İyi bir hafızaya sahip herkes yeni bilgileri saklayabilir. Ama hangi bilginin anımsanması gerektiğini bize eğitim sunar.  

Düşünmek ve anımsamak yaratmanın en önemli itki gücüdür. Modern insan bilgisayarının başına geçtiğinde parmaklarını klavyeye yaslayarak veya cep telefonunun ekranını kaydırarak düşünüyor. Parmaklarıyla düşünen bir dünyanın eski zaman filozofları gibi düşünmesini beklemek ve sabırlı bir aklın ürünü olan işlere odaklanmasını istemek pek kolay değil. Bütün bir el yerine sadece parmaklarla (hatta çoğu kez tek parmakla) yazmak beynin aynı bölgelerini harekete geçirmiyor. Böyle bir akıl tembelliği günümüz insanını sakarlaştırıyor. Eskiden kendi ilacını yapan, kendi avını bulan, kendi ekmeğini pişiren insanoğlu, 21’inci yüzyılda kendine bakmaktan aciz duruma geldi. Teknoloji ilerliyor evet ama sanki bunu yaparken evrim sürecinin başına dönüyoruz gibi geliyor bana. Gündüz Vassaf da aynı fikirde. “Eskiden tek ve en sahici haberleşme şekli yüzyüze görüşmeydi. Zaman ilerledi, dumanla, mektupla, telgrafla ve telefonla haberleşilir oldu ve insan birbirinden tamamen koptu. Şimdi ise teknoloji ilerledi ve biz ilerleyen teknolojinin yardımıyla ekranlara bakıp yine yüzyüze haberleşiyoruz ve bundan mutlu oluyoruz.”

Telefon üzerinden birbirimize gönderdiğimiz “kısa mesajı” bile onu üretenlerin diliyle “es-em-es” diye tanımlıyoruz. Dilimiz teknolojiyle sızan yabancı dillerin egemenliği altında. Çünkü bilgiyi üreten biz değiliz. Biz “haberdar olan” bir ulusuz o kadar. En iyi Türkçeyi kullanmak zorunda olan medyanın (eskiden TRT idi), dilin kötü kullanımını ortadan kaldırmak için öncü rol üstlenmesi gerekiyor. RTÜK eskiden yanlış Türkçeyi cezalandırırdı. Şimdi varsa yoksa siyaset. 

Sözcükler dünyayı nasıl algıladığımızı belirler. Dünyada herkes her şeyi görür, duyar ve koklar. Sağlığı yerinde olan herkes bunları yapabilir. Ama onları nasıl algıladığımız ve anlamlandırdığımız dilden dile değişir. Dili zayıflayan bir ulusun kavramları ve dünyayı algılama gücü azalır. Olayları ve insanları değerlendirme kabiliyeti giderek yok olur. Türkiye’de son yıllarda meydana gelen olaylar karşısındaki duyarsızlığın ve adamsendeciliğin nedenlerini biraz da bu açıdan düşünmek gerekiyor.

(Bu yazı yazarın “Parmaklarıyla Düşünen Dünya” kitabından alıntılanarak Halimiz.com için yeniden düzenlenmiştir.)