PESSOA’DA TANRI ve ÖLÜM

(Bu yazı LACİVERT Dergisi’nin Eylül-Ekim 2023 sayısında yayımlanmıştır)

“Var olmasa bile Tanrı nerede ?” diye sorar Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı’nda.

Onun Tanrı inancı kurduğu soru cümlesindeki gibidir. Hem vardır hem yoktur. Hayata ve insanlara duyduğu güvensizlik ve kuşkunun aynısını Tanrıya karşı taşımaktadır. [1]

Pessoa çocukluğunu neredeyse tek başına geçirmişti. Hiçbir gruba ait olmamıştı. Hiçbir kalabalığın parçası olmamıştı. Çoğu insanda olduğu gibi ya da herkeste olduğu gibi hayatında şansın varlığı ve hayatının yönü çoğunlukla hayalle ve sezgilerle belirlendi. 1888’de başlayan hayatı öldüğü yıl olan 1935’e kadar yalnızlık ve yalıtılmışlıkla geçti. Kendini başka hayatların gürültüsünden gizledi. Diğer insanlarla yanyana gelmenin verdiği rahatsızlığı kendi satırlarında okuruz:

“ Başkasıyla iletişim kurmaya zorlanmak beni bunaltıyor. Bir arkadaşımdan akşam yemeğine davet almak içimde kelimelerle ifade edemeyeceğim bir ıstırap oluşturuyor. Herhangi bir toplumsal zorunluluk fikri, cenazeye gitmek, büroda biriyle konuşmak, istasyonda biriyle buluşmak, bunların sadece düşüncesi bile beni rahatsız ediyor. Geceden düşünmeye başlıyorum ve kötü bir uykuya mahkum oluyorum.”

Onun bu iflah olmaz münzeviliği sıkça ölümü düşünmesine neden olmuştur. Hayatın ölüme içkin olduğunu, ölümde yaşadığımızı savunur:

“Ölümde yaşarız çünkü dün için ölü olduğumuzdan ötürü bugün varız. Ölüm için bekliyoruz çünkü bugünün öleceği bilgisine ancak yarın inanabiliriz. Hayal kurduğumuzda ölümü yaşarız çünkü hayal kurmak hayatı reddetmektir. Yaşarken bile ölümde ölürüz çünkü yaşamak ebediyeti reddetmektir. Ölüm bize rehberlik eder, ölüm bizi arar, ölüm bize eşlik eder.”

Gelecekteki mutlak ölümünü düşünür ve içten içe titrer. Sisli bir yağmurun içine düşmüş cansız bir madde olduğunu hayal eder. Kendi ölümünün soğukluğu yüreğini kemirir durur. Zamanı geri alamayacağını bilmesine rağmen hep çocukluğuna dönmeyi hayal eder. Küçükken oynadığı oyuncakları özler ve bu özlemini belirtir. Hayata karşı duyduğu güvensizliğin sebebini Tanrı’nın onu terk etmesinde bulur. Okurlarından kendisi için dua etmelerini ister: “Benim için dua edin. Bunu yaparsanız belki Tanrı var olur.”

Pessoa bir şair olarak zıtlıklarla dolu cümleler kurmuştur ve bunu düz yazılarında da yapar. Onun başyapıtı sayılan Huzursuzluğun Kitabı’nda varlıkla yokluğu, hiçlikle çokluğu, yaşamla ölümü, eylemle ataleti yanyana kullanır. Metaforlarla dolu cümleler kurar.

“Ölüm, yaşam belirten hareketin temelini oluşturur. Ölü doğarız, ölü yaşarız ve çoktan ölmüş halde ölürüz. Canlı hücrelerden oluşan bizler ölümden yapılmışızdır. Hepimiz belli bir süre dayanması için yaratılmış ölüleriz. Ne fazla, ne az. Bazıları ölür ölmez ölürler, diğerlerise bir süre onları görüp duyanların anılarında yaşarlar.”

 Yalnızlıkla örülmüş odasında otururken Tanrı ve ölüm yanındadır. Hücresinde yaşamaktan mutludur. Ölümle ve tanrılarla yaptığı anlaşmaya göre günün sonunda onları hayal eder:

 
“Yunanlıların parlak tanrıları, Romalıların namuslu tanrıları, tüm duyguların ve güneşin tanrısı Mithras, insicamın ve iyiliğin efendisi İsa, Mesih’in çeşit çeşit tabirleri, yeni şehirlerin tanrıları olan yeni azizler, hepsi yanılsamanın ve hatanın yavaş adımlarıyla sırayla yanımdan geçiyorlar.”

Bunun gibi öğleden sonralarında çok acı çeker. Melankolik kişiliğini acı ve yalnızlıkla besler. Kabarmış bir deniz gibi perişanlık çeker.

“Öyle hissediyorum ki her şeye muktedir olan Tanrı’yı kaybettim. Her şeyin özü öldü ve benim için somut evren, o hayattayken sevdiğim bir cesettir artık. Her şey hiçe dönüşmüştür.”

İnsanların sürekli Tanrı’nın peşinde koşmasına karşı çıkar. Tanrı’yı ve onun dilini öğrenmeye çalışmak yerine dünyayı ve insanı anlamaya çalışmanın daha uygun olacağını söyler. Tanrıyı bulma ve ona ulaşma çabasında olan insanlara cesurca seslenir.

“Tanrı’yı asla bulmayalım ve Tanrı’nın var olup olmadığını bile bilmeyelim. Dünyadan dünyaya, vücuttan vücuda daima rahatlatıcı yanılsamanın kucağında, daima hatalı inançların okşayışıyla geçelim. Asla gerçeğe ulaşmayalım. Asla Tanrı ile bir olmayalım. Huzura tamamen ermeyelim fakat huzurun küçük kıymıklarına tamah ederek fazlasını isteyelim.”

 Her insan gibi o da ölümü merak eder. Ölümün tam olarak idrak edemediği gizemini değil, yaşamın sona ermesinin fiziksel hissini merak eder. Ölümün uykuya benzeyip benzemediğini tartışır kendi içinde. Sonunda hayatı da ölümü de uyku haline benzetir. Çünkü kendisi hayatı öyle yaşamaktadır. Yalnızlıkla dolu, kapalı, melankolik bir uyku hali.

Portekiz’in ulusal şairi Fernando Pessoa hayatı boyunca merak ettiği ölümü 1935 yılında öğrendi. Kırk yedi yıllık kısa hayatına sığdırdığı şiirleri ve kitaplarıyla bize seslenmeye devam ediyor. Herkesin ölümlü olduğunu bir kez daha anımsatarak:  

“Evet, geçip gideceğiz bu dünyadan, her şey geçip gidecek. Duygulara ve eldivenlere bürünenlerden, ölümden ve siyasetten konuşanlardan geriye hiçbir şey kalmayacak.”


[1] Fernando Pessoa “Huzursuzluğun Kitabı” Çeviren: Atılgan Yıldırım. Zeplin Yayınları. 6.Baskı. İstanbul. 2022