SEMİH GÜMÜŞ’ÜN HAYAT KİTABI

(Bu yazı 8 Haziran 2023’te Oggito’da yayımlanmıştır)

Bir üniversite, kütüphanenin çevresine yapılmış binalardan oluşuyorsa bir yazarı yazar yapan şeyler, çevresine ördüğü kitaplardır. Her yazarın kitaplarla ilişkisi onun çocukluk günlerinden başlar ve ölümüne kadar devam eder. Bir yazar yazdığından çok daha fazlasını okuyarak ilerler, gelişir ve olgunlaşır.

Semih Gümüş  Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor kitabında, yaşamına ördüğü kitapları anlatıyor. O kitapların ondaki hikayelerini birbirine bağlayarak yazarken, yaşadıklarını da anlatmış oluyor. Bu nedenle kitap hem bir anı, hem bir deneme  kitabı, yahut yazarın deyişiyle  “hayat ve düşünce kitabı” olarak okunabilir. Gümüş, hayatını ve düşüncelerini okuduğu kitaplarla anlatırken bir Marksist olarak Türkiye, dünya, doğa ve iklim hakkındaki görüşlerini de paylaşıyor.

Kitap 1956 doğumlu yazarın Ankara günleriyle başlıyor. İlk gençlik yıllarının Ankarası için “aşklar ve arkadaşlıklar kenti” diyor Gümüş. İnsanların birbiriyle temas halinde olduğu, sokağa çıkıp oyun oynadığı, tepkisini ve sevincini birlikte yaşadığı 70’li ve 80’li yılların güzelliğini anlatıyor. Bazen o eski günleri arıyor ve bugünlerle kıyaslıyoruz. Semih Gümüş doğru bir tespitle şunu söylüyor: “O yıllarda yaşadıklarımızla bugünü yanyana koymaya ve kıyaslamaya çalışmak yerine bunları iki ayrı dünya olarak görmek gerekir.” İnsanların anılarında kalanları her okuduğumuzda/dinlediğimizde  dünyaların ne kadar farklı  olduğunu görüyoruz. Eskiden birbirine güvenen insanlar, komşuya emanet edilen çocuklar, kader ve dava ortaklıkları vardı. Artık kalmadı. Kalmadığı için olsa gerek Semih Gümüş de önce Ankara’yı sonra İstanbul’u terkedip bir Ege kasabasına gitmiş. Kitaplardan ördüğü kozayı orada da örmüş ve yalnızlığına devam etmiş. Evinin bir de bahçesi olduğuna göre artık kimseye ihtiyacı yok demektir.

Üniversite sınavından aldığı puan yeterli olmasına rağmen Hacettepe Tıp yerine Ankara Siyasal’ı tercih etmiş Gümüş. 1974’te başladığı okulunu neredeyse hiç derse girmeden altı yılda tamamlamış. Piknik’te içtiği biralar, edindiği arkadaşlar, Zafer Çarşısı’ndan aldığı kitaplar, izlediği edebiyat dergileri hep Ankara yıllarına ait. Yaşadıklarıyla beraber ait olma duygusunu da yitirmeye başlamış zamanla. Şöyle yazıyor: “Yaşanan onca haksızlık ve şiddetten sonra gün gelir özgürlüğünü elinden alan, içine kemiren ülkeyi terk etmek istersin. Artık kendini oraya ait görmediğin için. Seni oraya bağlayan nedenler yok olmaya yüz tutmuştur. Ne gelecek umudun kalmıştın ne de  hayatını sürdürmek için yaptığın işin tadı. Ocakları söndürenlerin yol açtığı ölüm zamanları kesmiştir o bağları.”

O bağlar hala kesilmiyor mu ? Hunharca öldürülmüyor mu hala bu ülkenin demokratları ? Adına yurt denilen bu topraklardan hala kaçmaya çalışmıyor mu insanlar ?  “Bu devlet Ortadoğu’nun en güçlü devleti, siyasal gericiliğin kalesidir” dememiş miydi TSİP Genel Sekreteri Yalçın Yusufoğlu ? Demek ki değişen bir şey olmamış.

Semih Gümüş kendisine en çok şey öğreten iki yazarın Umberto Eco ve Roland Barthes olduğunu yazıyor. Bunun yetinmiyor elbette kendisini yazar yapan ve kitaplığına giren çok sayıda yazardan ve onların kitaplarından söz ediyor. Yaşar Kemal, Sait Faik, Orhan Pamuk, Yusuf Atılgan, Gabriel Garcia Marquez, Jose Saramago, Dostoyevski, Tolstoy, Kafka, Alberto Manguel, Tony Judt, David Vann ve daha onlarcası. Onun bir eleştirmen gözüyle okuduğu kitaplardan yeni yazarlar öğrendiğimi ve Peter Mendelsund, Gerbrand Bakker gibi bazılarının eserlerini satın aldığımı söylemeliyim. Kütüphanesinde biriken kitaplardan 7 bin tanesini güvendiği bir yere bağışlamış. Umarım değeri bilinir.

Darbelerin ezip geçtiği Türkiye’den söz ederken hala o günlerin ve kaybettiklerinin acısını yaşıyor. Ülkenin bu hale gelmesinin en büyük nedeni yakın ve uzak geçmişte devlet eliyle aydınlara yapılanlar değil midir ? Şöyle diyor: “Bir toplum hep egemen anlayışların, üst kimliklerin altında yaşamaya koşşullanırsa, günlük hayattan aydınların kendi alanlarındaki üretimine vrıncaya dek, özgün kimlikler yerine ortak kimliklerin ortalamaya inen çizgisinin altına sığınmak zorunda kalır.”

Türkiye yıllardır ortalamanın epey altında. Ekmeğin kutsallığını bildiği kadar kitabın kutsallığından habersiz bir toplumun vasatın üzerine çıkabilmesi mümkün müdür ? 

Yaşadıkların Belleğimde Uğulduyor’dan sanki son kitabıymış gibi söz ediyor olsa da Gümüş’ün yazmaya devam edeceğini biliyoruz. Yazacak ama çokça okuyacak. Biliyoruz ki iyi okur olmak onun için yazar olmaktan daha önemlidir. Arada bir kafasını kaldırıp Mavi Dağ’a bakacak ve yeniden satırların arasına dönecek.

Hayat sana bu yolculuğu verdi Semih Gümüş. Verecek başka bir şeyi yok bundan başka.