KÜÇÜK ŞEYLERİN FELSEFESİ

(Bu yazı 18 Şubat 2022 tarihinde oggito.com’da yayımlanmıştır)

Ev, maskemizi çıkardığımız, toplumsal rollerimizden sıyrıldığınız bir sığınma mekanıdır.

Eve geldiğimizde sokakta bizi izleyen yabancı gözlerden kurtuluruz. Kamusal hayatımızda kim ve ne olursak olalım, evde sıradan bir dünyanın parçasıyızdır. İnsan kendi evinde tüm toplumsal görevlerinden kurtulduğu için rahatlar. Evde yaptığımız şeyler yeryüzündeki herkesle aynıdır.

Ev ve dünya işleri sonsuzdur. Dışarıda nasıl bitmeyen bir uğraşı varsa evin de bitmeyen işleri vardır. Ama önemli bir farkla: Herkes kendi evinde yalnızdır. Ev, herkesin küçük kozmosudur. Her birey kendi dünyasını kendi evinde yaratır.

“Anonim ev dünyasını tarihin gerçek öznesi olarak görüyorum” diye yazar İtalyan yazar Francesca Rigotti  Küçük Şeylerin Felsefesi  kitabında. [1]

Günümüzde insanlar ve filozoflar kişisel ahlakın ve siyasi etiğin küçük şeylerle ilgili olduğunu düşünmüyor. Rigotti ise tam terini düşünüyor. Yazar, ahlaki düşüncenin temelinde yatan ev dünyasına ilişkin yargının filozoflar ve popüler kültür tarafından ihmal edildiğini belirterek evle ilgili bilgi şekillerinin daha çok kadına ait sanılmasını eleştiriyor. Hiç kuşkusuz kadınlar evle ilgili estetik ve ahlaki yargılar ve bir düzen  geliştirmede erkeklere göre daha derin bir pratik geliştirmişlerdir. Meyve ve sebzelerin tazesini anlamak, çocukların hasta olup olmadığını görebilmek, sobanın en çabuk nasıl yanacağını bilmek kadınların geliştirdiği pratiklerdir ve hepsi eve mahsustur. Tüm bunlar ev içi estetik düzlemden kamusal ahlak düzlemine geçmeyi sağlarlar. Ev işleri boş veya önemsiz görülebilir ama zahmet ve sevgi gerektirir. Bu yüzdendir ki mutlu ailelerin evleri daha güzel ve mutfakta pişen yemekler daha lezizdir. Böyle evler estetik anlayışı gelişmiş, ahlaklı bireyler barındırır. Yazar Janet McCracken “ahlaki vicdan ve estetik kaygının evde doğduğunu”  söyler. [2]

Olaylara erkek gözüyle bakmak ise ev işlerini küçük gösterir. Ev estetiği ve kişiler üzerinde ev düzeninin oynadığı rol yadsınamayacak kadar büyüktür. Çevresi plastik ve alüminyumla kaplı olan birinin çevresel bir hassasiyete sahip olması veya zevksiz mobilyalarla dolu, duvarları tablosuz bir dört duvar içinde yaşayan birinin sanatsal  duyarlılık geliştirmesi zordur. Kitaplık olmayan bir evde kitap okumak zordur. Günümüze has dağınık ve yozlaşmış düşünce ve davranış şeklini, düşük kaliteli besinlerin, giysilerin ve ev ürünlerinin sayısındaki artışa bağlamak mümkündür. Bu durumu fark edemeyenlere söylemek gerekir ki, en sık gittiğimiz ve en uzun süre geçirdiğimiz yer evimizdir. En çok kullandığımız eşyalar oradadır. Bu eşyalar ve nesneler iyilik, güzellik, estetik konusunda en dolaysız öğretmenlerimizdir. Onların cansız olması bize yoldaşlık etmelerini engellemez.

E.M.Cioran tersini savunur: “Yalnızca cansız şeyler oldukları şeye hiçbir şey katmazlar. Bir taş kimseyi ilgilendirmez. Halbuki hayat durmaksızın icat eder” demiştir. Bana kalırsa nefes almayan şeylerin de canı vardır ve oldukları yere çok şey katabilirler. Örneğin dolmakalemimin yaşadığına eminim.

Evde yaşarken kullandığımız eşyalar ve onlarla yaptığımız küçük işler, bilimsel, ahlaki ve estetik gelişim için önem taşır. Evin ve eşyaların hayatın konuşmaya değmez detayları olarak görülmesine ve onların felsefe alanında yer bulamamasına itiraz eder Rigotti. Kitabını da bu yüzden yazmıştır.

En başından beri evler kişilerin sosyal statülerini de yansıtır. Sokaktan odaya geçişi sağlayan antreler, ev sahibinin konuğunu kabul edeceği salona geçişi sağlar ki böyle evler zenginlere ve soylulara mahsustur. Yoksul evlerinde ise sokakla ev arasında sadece kapı bulunur. Jean Baudrillard  Nesneler Sistemi kitabında evleri, ev sahiplerini ve eşyaları anlatırken “yerlerinden kıpırdatılmayan bazı eşyaların tek işlevinin ev sahibinin toplumdaki hiyerarşik konumunu sergilemektir” diye yazar. [3] 

Bazı anıt mobilyalar ise geleneksel toplumdan bugüne şekil ve çalışma şekillerini saymazsak hiç değişmemiştir. Ocak, mutfak, dolap ve yatak gibi. Özellikle dolaplar bir evin mahrem depoları sayılır. Rigotti dolabı tanımlarken “evin tamamını koruyan düzenin merkezidir” der. Dolaplar herkesin önünde açılmaz. Raflarıyla ve çekmeceleriyle içsel hayatın organlarıyla dolu mutlu bir alanıdır.

Evin saatleri ise hayatın sürdüğünü kanıtlayan huzurlu kalp atışlarıdır. Saatler sayesinde zaman bir ruh kazanmakta ve onu parçalara bölerek tüketilen bir nesneye dönüştürmektedir.

Sanayi devrimi öncesinde çoğu eşyanın rengi siyah veya gri iken zamanla eşyalar özgürleşmiş ve bazı eşyalar hiç alışılmadık renklere bürünmüşlerdir. Nesnelerle beraber ortam da özgürleşmiştir. Artık rengarenk kalemlerimiz, şapkalarımız, otomobillerimiz ve gözlüklerimiz var. Adına “beyaz eşya” denen mutfak araçlarının bile envai çeşit rengi mevcut.

Eşyalar varlıkları ve işlevleriyle hayatımızı kolaylaştırırken bize zaman da kazandırırlar. Sadece bulaşık ve çamaşır makinesinin ev sahibine kazandırdığı süre, modern çağda paha biçilemez bir özelliktir. Eşyalar hayatımızın bir parçası, vücutlarımızın bir uzantısı haline gelmiştir. Bu evrende ev insan bedeninin simgesel bir karşılığına benzemiştir.

Hiç kuşku yok ki küçük şeylerin ve eşyaların felsefesi tüm felsefe tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla artık felsefe literatüründe şeylere ve eşyalara daha fazla yer verilmesini talep eden Rigotti’ye hak vermemek mümkün değildir.   


[1] Francesca Rigotti “Küçük Şeylerin Felsefesi” Çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu. Notos Kitap. 2021

[2] Janet McCracken “Taste and the Household: The Domestic Aesthic and Moral Reasoning” New York State University. 2001

[3] Jean Baudrillard “Nesneler Sistemi” Çevirenler: Oğuz Adanır ve Aslı Favaro. DoğuBatı Yayınları. 3.Baskı. 2020. İstanbul. s.23