UMBERTO ECO’NUN ÖĞRENCİLERİ

(Bu yazı 27 Ekim 2017’de mürekkephaber.com’da yayımlanmıştır)

İtalyan romancı, denemeci, edebiyat eleştirmeni Umberto Eco 1970’lerden 2016’daki ölümüne kadar Bologna Üniversitesi’nde göstergebilim dersleri verdi. Avrupa’nın en eski üniversitesinde ders vermiş olması onun gibi bir Ortaçağ uzmanına metaforik olarak yakışan bir durumdu ve hem yazılarında ve hem de derslerinde Avrupa medeniyetini oluşturan tarihsel derinliği günümüz olaylarıyla karşılaştırarak vurgulardı. Doğu-Batı kutuplaşması veya Huntington’ın deyimiyle “medeniyetler çatışması” kavramına onda sıkça rastlarız.

1986 yılında New York’ta misafir öğretim üyesi olarak verdiği bir ders esnasında bir metnin nasıl analiz edileceğini göstermek için öğrencilere ağzı bozuk bir denizcinin bir kadının vulvasını nasıl tanımladığını anlatan bir hikaye anlatır. Dersin bitiminde yanına Müslüman bir kız öğrenci gelir ve “dinine karşı saygısızlık ettiğini” söyler.

Eco’nun verdiği örnekte hiçbir dinin adı geçmemiştir ve verdiği örnekteki kişilerin inancından da söz edilmemiştir. Yine de öğrenci bu örnekten alınır ve Eco’yu kınar.

Ertesi günkü derste Umberto Eco bu kez Hıristiyan Pantheon’undan bir karakter seçer ve esprili bir imada bulunur. Sınıftaki tüm öğrencilerle birlikte bir gün önce Eco’yu kınayan Müslüman öğrenci de espriye kahkahalarla güler. Dersin sonunda öğrenciyi yanına çağıran Eco, “yaptığı espriye gülerek neden dinine karşı saygısızlık ettiğini” sorar.

Müslüman öğrenci yaptığı hoşgörüsüzlük ve anlayışsızlık için Eco’dan özür diler ve konu kapanır.

Eco konuyu şöyle çözümlüyor bizim için: “Öğrencinin tam olarak kavrayamadığı nokta bir küfür kültüründe yaşayan, Tanrı’dan korkan öğrencinin, ilahi varlığı kendi anlamak istediği gibi anlaması ve Hıristiyan dünyasının sonsuz hoşgörüsüne nüfuz edememesiydi.” [1]

Bugün bazı ülkelerde bazı akademisyenler bu ve buna benzer örnekler vermekten korkuyorlar. Dine yönelik körü körünelik Doğu’daki üniversiteleri özgür kılmıyor. Gaf yapmaktan korkan bir araştırmacının yaşadığı kültürler sessizlik içinde yok olup gidiyorlar. Günümüzde Batı’yı Batı yapan değerlerin dünyanın geri kalmış bölgelerine nazaran hala en geçerli evrensel ilkeler olmasının nedeni, yukarıda anlatılan canlı örnekte kendini gösteriyor. Özgürlük dediğimiz şey işte tam da bu.

İslam ülkelerinin geri kalmışlığını özgürlük ve demokrasi kavramlarında  aramak gerekiyor. Çünkü hoşgörü iklimini yaratan unsurlar bunlardır. Yıllar önce bir Danimarka gazetesinde yayınlanan Hazreti Muhammed karikatürleri kastettiğimiz hoşgörünün dışındadır. Çünkü başkalarının dini hassasiyetlerine hakaret etmemeyi gerektiren yerleşmiş ahlaki ilkeler vardır ve bu nedenle kişi evinde küfürlü konuşsa bile sokakta kaba cümleler kurmaktan kaçınır. İfade özgürlüğü eleştiriyi içerir ama hakareti içermez. Üstelik dine yönelik en ufak bir imayı bile kendi kimliğine yönelik bir saldırı olarak görmeye hazır milyonlarca köktendinci varken daha da dikkatli olmak gerekiyor.

Geçmişe baktığımızda çoğu savaşın, saldırının ve şiddet eyleminin din ile gerekçelendirildiğini görürüz.

Roma İmparatorluğu “resmi dinini” korumak için ilk Hıristiyanları aslanlara yem olarak sunardı. Nazi bayraklarında “Tanrı bizimledir” anlamına gelen “Gott mit uns” yazıyordu. ABD’nin eski Başkanı Bush da Irak’a saldırırken Haçlı Seferleri’nden söz etmiş ve TV’den yayınlanan konuşmasını şöyle bitirmişti: “Tanrı Amerika’yı korusun.

Papa IX.Pius 1864’te yayınlanan “Syllabus of Errors” olan kitabında Hıristiyanlık inancı dışındaki neredeyse her şeyi sapkınlık olarak nitelendirmişti. Din adamları kendi yolunda ilerleyen her inanışı bozgunculuk olarak görmeye meyillidirler ama çok kültürlü dünyada Vatikan dahil artık kimse böyle düşünmüyor.

Dinin kendisi bir barış yoludur. Tüm kitabi dinler sevgiyi ve saygıyı emreder. Hazreti İsa “sana tokat vurana öbür yanağını çevir” der. İslam “bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek demektir” buyurur. Ama bu kesin emirlere rağmen dünyada din adına işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Ortaçağ’da kadınları cadı diye diri diri yakan skolastik düşünce yerini Doğu’nun kafa kesen katillerine bıraktı. Tren istasyonlarını bombalayanlar, heykelleri yıkanlar, canlı bomba olup kendini patlatanlar hangi düşünceden besleniyor ?

Bunun yanıtını, Doğu’yu ve büyük ölçüde İslam ülkelerini abluka altına alan, farklı nefeslere ve hoşgörüye yer bırakmayan, insan aklının yaratıcılığını reddeden, her olayı Allah ile açıklamaya çalışan donmuş zihinlerde aramak gerekiyor.  Bu skolastik donmuşluğu yarıp geçecek güç, laiklik ve demokrasidir.

Bugün İslam ülkelerinde bulunmayan iki şey.

[1] Umberto Eco. Budalalıktan Deliliğe. Çeviren: Feza Özemre. Kırmızı Kedi Yayınevi. Haziran 2017.İstanbul. s.280