DÜMDÜZ BETON

(Bu yazı 8 Eylül 2018’de mürekkephaber.com’da yayımlanmıştır)

Tarihsel ve kültürel mirasımızı korumak’ cümlesinden hiç bu kadar uzak düştüğümüze  tanık olmamıştık.

Siyasetçilerin kullanmayı çok sevdiği cümlelerden biri olan bu ifade, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin tüm şehirlerinde gördüğümüz dehşet verici örneklerle içi tamamen boş bir klişe haline gelmiş durumda.

Zeminine beton dökülen antik tiyatrolar, asfaltla kaplanan Osmanlı köprüleri, yok edilen AKM binaları, altına dört kat dükkan yapılan çirkin cami inşaatları, karalama tahtası haline gelmiş manastır duvarları, kentsel dönüşüm adına işlenen kent cinayetleri.

Türkiye’de yaşayan ve estetik duygusu  gelişmiş, yaşadığı şehirle ilgili anılar biriktirmiş her insanın büyük rahatsızlık duyduğu ucubelerle burun buruna yaşıyoruz artık. Yıkılan canım binaların yerine yapılanlar ise ait olduğu kentin genel yapısıyla tamamen uyumsuz, Fransız balkonlu, İtalyan mermerli, Amerikan mutfaklı zevksiz ve kimliksiz beton şeyler.

İnsanların rahatsızlığı kaçınılmaz olarak sosyal medyaya da yansıyor. Şehirlerdeki mimari ve estetik facialarını fotoğraflayıp yetkililerin dikkatini çekmeye çalışan hesaplar var ve bunlardan bazıları gayet etkili oluyor.

İstanbul Üniversitesi’nde okurken zaman zaman Beyazıt’tan Unkapanı’na yürür, İMÇ’nin (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) önündeki duraktan Taksim otobüsüne binerdim. Oradan her geçtiğimde İMÇ’nin duvarındaki “Kuşlar” heykeline küçük bir selam çakardım. Kuzgun Acar’ın 1967’de yaptığı o eşsiz heykel yıllarca orada durdu ve bakımsızlıktan neredeyse çürüdü. Neyse ki Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı ve Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) o heykele sahip çıktı. Yerinden alınıp temizlendi, yenilendi ve bir süreliğine SSM’nin bahçesinden boğazı seyretti. Bu sayede bazı sanatseverler İMÇ bloklarında başka sanat eserlerinin de bulunduğunun farkına vardılar: Bedri Rahmi’nin iki mozaik panosu, Füreya Koral’ın seramik panosu, Sadi Diren’in seramik panosu gibi paha biçilemez işlerin yer aldığı toplam 9 eser var emektar iş merkezinin duvarlarında. Sırf bu özelliğiyle bile İMÇ, İstanbul’un ve Türk sanatının gurur duyacağı bir alışveriş merkezidir. (İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eskiden kalan her şey gibi İMÇ’yi de yıkma planları olduğunu ve konunun mahkemelik olduğunu bu noktada anımsatmakta yarar var).

Gözlerden ırak düşen sanat eserlerinden birisi de Salih Acar’ın Göçmen Kuşlar heykeli. Beyoğlu’ndaki Odakule binasına İstiklal Caddesi yönünden girerken kafanızı sola çevirirseniz, binanın ağırlığı altında ezilmiş gibi duran bu olağanüstü eseri güç de olsa fark edersiniz. Sanatçının 1973’te yaptığı bu eser, Kuzgun Acar’ın Kuşlar heykeli gibi sevgiyle hatırlanmayı hak etmiyor mu ?

Dikkati çekmek istediğimiz konu şudur: Bir zamanlar (özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda) Türkiye’de inşa edilen kamu binaları için tıpkı İMÇ’de olduğu gibi sanat eserleri ısmarlanıyormuş. Bu kamu binaları arasında Ziraat Bankası ve Halk Bankası gibi devlet bankaları binaları, bakanlıklar, müze, sergi ve spor salonları, üniversite binaları, gar ve terminal yapıları, toplu konutlar, askeri lojmanlar ve apartmanlar yer alıyor. Hala ayakta duran eski yapıların iç ve dış duvarlarına dikkatle bakacak olursanız, o bina için ısmarlanmış bir sanat eserine mutlaka rastlarsınız. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa gibi şehirlerimizdeki eski apartmanların dış yüzeylerinde de bir rölyef, bir mozaik veya seramik pano yahut bir çiçek motifine rastlamanız olasıdır.

Peki ya şimdi ?

Yeni yapılan kaç kamu binası için, kaç AVM için, kaç havalimanı veya terminal için, hangi apartman için bir sanat eseri ısmarlanıyor ? Kaç yeni yapının içinde ve dışında güzel bir heykel, anıt veya rölyef var ? Yeni açılan bunca üniversite binasının kaç tanesinde bir mozaik veya seramik pano, bir kabartma, bir yağlı boya tablo ya da bir güzel sanatlar eseri gözünüze çarptı ? Belediyelerin yaptığı yeni meydan düzenlemelerinin hangisinde çağdaş bir sanat eseri alanın en güzel yerine konuldu ? Zevksiz çeşmelerden ve basit maketlerden başka ne var ortalıkta ?

İçinde bulunduğumuz kentsel dönüşüm hoyratlığına karşın İstanbul’da geçmiş dönemlerden kalma harikulade heykellere ve sanat eserlerine az da rastlıyoruz ve mutlu oluyoruz.

Zircirlikuyu, Kalamış ve Moda’da gördüğüm anıtlar ve heykeller, Suadiye’deki bazı apartmanlardaki dış duvar süslemeleri, Eminönü, Sirkeci, Levent, Beyoğlu ve Maçka’daki örnekler İstanbul’un korunması gereken kültürel ve tarihi miraslarından değil midir ?

Kültürel ve tarihi miras deyince bazılarının aklına sadece medrese, camii ve kervansaray geliyorsa inanın onları bile doğru dürüst koruyamıyorlar.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, yerel yönetimlerdeki bu kültür-sanat cahilliğinin önüne geçmek için yeni önlemler alması gerekiyor.

Yoksa korkarım, heykel diye dikilen maketten ucubelerle, üzerine asfalt dökülen köprülerle, plaza camıyla kaplanmış kalelerle, klima hortumu sarkan kasırlarla ve içinde sünnet düğünü yapılan müzelerle karşılaşmaya devam edeceğiz.

Kafalar gibi yapılarımız da ‘dümdüz beton’ olacak.