FRANKFURT DERSLERİ

(Bu yazı 3 Ocak 2018’de oggito.com’da yayımlanmıştır)

Dil nedir ? Yeni bir yazın dili kurulabilir mi ? İnsana yakışan bir yaşama estetiğine nasıl ulaşılır ? Yazarın konumu ve yurdu ne olmalıdır ?

İki ölümsüz Alman yazar, Ingeborg Bachmann ve Heinrich Böll, bu önemli soruların yanıtlarını Frankfurt Üniversitesi’nde verdikleri derslerde aramışlardır.

Bachmann derslerini 1959-60 ders yılında beş başlık altında verirken, Böll 1963-64  döneminde verdiği derslerini dört bölümde topladı. Öğrencilere anlatıyorlardı ama ikisi de insanlığa hitap ettiğini iyi biliyordu.

Bachmann savaş sonrası (İkinci Dünya Savaşı) yeni anlayışın dile yansımalarıyla başlar dersine. Teknolojinin bugün dilimize soktuğu bazı kavramlar gibi o yılların Avrupası’nda da yeni kavramlar vardır. Sıfır noktası, kaligrafi, varlık ve varoşçuluk gibi kavramlardır bunlar. Sonra yazarın varlık sorunsalına değinir. ‘Neden yazılır ki’ diye sorar.. Tıpkı Adorno’nun ‘Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz’ dediği gibi. [1]

İlginçtir aynı konuya üç yıl sonra Heinrich Böll de değinecektir.

‘Eğer yazar kendi kendini görevlendirmek yürekliliğini gösterebilirse, bu görev gelişigüzel ve sınırlı bir nitelik taşımaz mı’ diye sorar Bachmann. Cümleyi şöyle tamamlar: ‘Ne denli çaba gösterirse göstersin, yazar her zaman gerçeğe borçlu kalan kişi değil midir ?

Bachmann, ne için ve neden sorularının sorulamadığı ve bu sorulara bağlı eleştirel düşüncenin barınamadığı yerlerde yeni bir yazının ve yeni yazarların ortaya çıkamayacağını savunur: ‘Gerçekliğin karşısına yeni bir dille çıkılmalıdır’ der; o gerçek ne olursa olsun.

Ingeborg Bachmann’ın öğrencileri onu dikkatle dinlerler. Kendi çağını temsil eden her yazar gibi o da kendi döneminde, kendi ülkesinde, üstelik insanlık suçu işlemiş bir rejimin gölgesinin hala durduğu bir Avrupa kentinde anlatır bunları. ‘Uğursuz alkışlara inanmayın’ der gençlerin gözüne bakarak. ‘Güce tapan, iktidara yakın durmak için onların istediği gibi konuşan insanların yıllardır oynadığı oyunlarla bir körelme yaşadı bu ülke ve bu bir tiryakilik yarattı: Gerçeklerden kaçınma ve yalanlara inanma tiryakiliği. Yazar, bu yalan tiryakiliğine karşı çıkan adamdır.’

Yazarın bir yurdu olmalı mıdır ?

Bachmann’dan 3 yıl sonra aynı üniversitede, aynı sıralara bakarak ders veren Heinrich Böll sorar bu soruyu. Vatandaşı Bachmann’ın bir şiirinden -belki de aynı yerde ders verdiklerini anımsatmak için- alıntı yapar:

Günün üniforması sabır / kalplerin üzerindeki sönmüş yıldız / umudun nişanı / takılıyor göğüslere o / bayraklardan firar için / arkadaş önünde yiğitlik için / utanç verici sırların açığa çıkarılması / ve verilen emirlere uymak için.’

Kendi yurdunda kabul edilmek için koşturan, emir ve nizamnamelere uymak için, güçlünün yanında olabilmek için çabalayan yazar ve aydınların görünürde yurtlu ama gerçekte yurtsuz olduklarını anlatır. H.G.Adler’in “Bir Seyahat” adlı öyküsünden örnekler verir. Ardından her şeye sahip olmaya çalışan sıradan insanlara getirir sözü: ‘Bu ülkenin bütün vatandaşlarının ellerine geçirdikleri kömür ve odun, mobilya, resimler, kitaplar gibi şeylerin hepsine sahip olmalarına rağmen hiçbir şeye sahip olmadıkları gerçeği bir gün mutlaka yazılacaktır.

Hayatı bir şeylere sahip olmaktan ve para kazanmaktan ibaret sayan bu ve benzer toplumlar yazarlarına da sahip çıkmazlar. İşadamları tarafından dava edilen bir yazarı örnek gösterir Böll. Bağlı olduğu sendika önce yazarı savunmuş ama sonra pes edip onu yalnız bırakmıştır. Böll teşhisi koymakta tereddit etmez: “İşte size güvenilir zeminden tamamen yoksun bir toplum.[2]

Özellikle tekrar eder Heinrich Böll: ‘Eğer bir yazar herkes tarafından iyi bulunan yerleşik bir düşünceyi dile getirdiği için takdir ediliyor ve yazısının biçemine, söylemine bakılmıyorsa ortada büyük bir sahtekarlık vardır. Biçim hakkında bir değerlendirme yapmadan içerik çözümlemesi yapmak her türlü sahtekarlığa olanak tanır.

İki büyük yazarın üç yıl arayla savaş sonrası Almanya’da verdiği dersler daha sonra aynı isimle, “Frankfurt Dersleri” adıyla kitaplaştı.

Savaşın ve faşizmin paramparça ettiği ahlakı, onuru ve aydın namusunu yeniden filizlendirmeye çalışan Avrupa’nın yeni etik değerlerini temsil eden iki yazarın 60’lı yılların başında Frankfurt’ta verdiği derslerden günümüzde yeniden öğreneceğimiz çok şey var.

Belki eskisinden daha fazla.

[1] Ingeborg Bachmann “Frankfurt Dersleri” Çeviren: Zeynep Sayın. Bağlam Yayınları. Kasım 1989.

[2] Heinrich Böll “Frankfurt Dersleri” Çevrin: Kasım Eğit. Can Yayınları. 1998