İÇİMİZDEKİ İRLANDALILAR

(Bu yazı 17 Eylül 2017’de Oggito.com’da yayımlanmıştır)

Teknik Direktör Mustafa Denizli, A Milli Futbol Takımı’nı çalıştırdığı dönemde İrlanda ile oynanacak maç öncesi kendisini ağır sözlerle eleştiren bazı çevrelere bu sözlerle yanıt vermişti: “İçimizdeki İrlandalılar.”

Soy ve milliyet olarak içimizde pek İrlandalı olduğunu sanmıyorum ama James Joyce’un öykü kitabı “Dublinliler”in içindeki sıradan İrlandalıların bize çok benzediğini söyleyebilirim.

Dublinliler Joyce’un ilk önemli eseridir. Bazı yayınevleri kitabı yayınlamayı reddetmiş olsa da Joyce vazgeçmemiş ve 1900’lü yılların başında kaleme alınan 15 öykü ancak 1914 yılında kitap olarak yayınlanmıştır.

Kitabın İletişim Yayınları tarafından basılan nüshasının önsözünü yazan Murat Belge yazının sonunda şöyle sormuş: “1910’ların İrlandası, 1950’lerin Türkiyesi’nden çok mu uzakta acaba?”

Hayır, çok uzakta değil.

İnsanın anlatıldığı bir eser tıpkı diğer edebi eserler gibi 2000’lerin Türkiyesi’nden ve hiçbir ülkeden uzakta olamaz. Aynı acılar, aynı güvensizlikler ve aynı ‘yaşayan ölüler’ var her yerde. Dublinliler ile İstanbullular bu nedenle aynı insanlardır. Aynı sokaklarda gezerler, aynı evlerde uyurlar, aynı kiliselere ve aynı camilere giderler ve aynı Tanrı’ya inanırlar.

Sözgelimi Mahony ve arkadaşı okulu kırıp gezerken gürültülü sokaklardan geçerler, vinçlerin ve makinelerin çalışmasını izlerler. Yolda bir sapıkla karşılaşıp ondan uzak dururlar. Bazı çocuklar aileleri tarafından Hıristiyan Kardeşler Okulu’na yazdırılır. Onlar her Pazar kiliseye gidip dua ederler ama ettikleri dualar pek içlerine işlemez.

Bir zamanlar bütün mahallenin çocuklarının oynadığı arsalar Belfast’tan gelen bir işadamı tarafından evlerle doldurulmuştur. Corley işine giderken sık sık sivil polislerle karşılaşır, Chandler haşaratsı hayatın arasında yürürken soyluların sefa sürdüğü somurtkan malikanelerin gölgesinden sıyrılır, Mc Alleyne adlı yönetici ise işe kendi yeğenini almak için masum bir Dublinliyi işten atar.

Sevmedikleri şeyler yazılı olurdu duvardaki dini levhalarda. Gittikleri meyhanenin adı Kara Kartaldı, belediye başkanları paraya düşkündü ve bazıları bulaşık bezinin kokusuna bile tamah ederdi. Bazı Dublinliler “Yoksullar Yasası”ndan yararlanacak hale düşmüştü. Şehirde tüm sokaklar karanlık ve tüm sorular yanıtsızdı. Zaman akmıyor gibiydi ve tüm Dublinliler başarıya ulaşmak için ne yapmaları gerektiğini biliyordu: Buralardan gitmek ! Çünkü Dublin’de hiçbir şey yapamazsın.

James Joyce bu öyküleri yazarken ne amaçladığını yayınevine yazdığı mektupta şöyle dile getirmiş: “Niyetim, ülkemin manevi tarihinin bir bölümünü yazmaktı; sahne olarak Dublin’i seçtim, çünkü o şehir bu paralize olma halinin merkezi gibi geliyordu.”

21’inci yüzyılın Türk yazarları da Türkiye’nin manevi tarihini yazmak için sahne olarak İstanbul’u seçebilir. Çünkü İstanbul kalabalık ve amaçsız sokakları, hafriyat kamyonları, bitmeyen inşaatları ve siyaseten yanıtsız sorularıyla paralize olma halinin merkezi konumunda. Dublinliler ve İstanbullular arasında fark yok gibi.

Mustafa Denizli haklıymış. İçimizde binlerce İrlandalı var.